X

AHISKA BÖLGESİ VE AHISKA TÜRKLERİNİN KISA TARİHİ

İçerik Şeması

Ahıska Adının Anlamı ve Ahıska Neresidir?

Ahıska coğrafyası Dede Korkut hikâyelerinde ve birçok kaynakta yeni kale veya Atabekler yurdu olarak geçmektedir.[1]

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuzeydoğu sınırlarına sadece 15km mesafede olan Ardahan’a

60 km, Kars’a 150 km uzaklıkta bulunan bu coğrafya Ermenistan ve Gürcistan’ın Acaristan arasında kalmaktadır. Azgur, Hırtız, Adigön, Abastuman, Aspinza gibi önemli ilçeleriyle iki yüzden fazla köyün merkezi konumunda olan Ahıska, Gürcüler tarafından Mesketia veya Mesket-

Dzhavakheti olarak da adlandırılmaktadır. Karayolu ile Türkiye, Tiflis ve Batum’a bağlıdır. Posof Çayı’nın iki yakasında bulunan bu şehrin coğrafi yapısı itibariyle yer yer düzlük alanları olsa da genel olarak engebeli arazilere sahiptir. Ayrıca Kür, Adigön ve Posof Çaylarının suladığı topraklar son derece verimli olup, tarıma elverişlidir.[2] 

Aynı zamanda Ahıska, Tarihin en eski devirlerinden beri değişik topluluklara ev sahipliği yapmış ve siyasi kaoslara sahne olmuş bir coğrafyadır.

 Evliya Çelebi Ahıska hakkında çok değerli bilgiler vermekte ve Ahıska’dan şu şekilde bahsetmektedir: “Vilayet halkı ehlisünnet ve mümin kişiler oldukları için camilerde günlük beş vakit namaz kılınması dışında Kuran okunur ve diğer ilimler öğretilirdi. Hususi medresesi yoktur. Fakat ilim öğrenmek isteyen talebesi çoktur. Su ve havası biraz sert olduğundan güzel vücutlu, sert, namlı halkı vardır” [3]

Ahıska Türklerinin Etnik Kökeni

Objektif açıdan bakıldığında, dünya üzerinde gelmiş geçmiş bütün insanların varlıklarına değer katmak, benliklerini yüceltmek ve diğer ırklara karşı ellerinde bulundurdukları mevcut otoriteyi sağlamlaştırmak maksadıyla, kendilerini muazzam ve güçlü buldukları herhangi bir ırka, topluluğa ve devlete mensup bireyler olarak gördükleri veya görmek isteyecekleri kuvvetle muhtemeldir.

Birey, geçmişten günümüze daima bir topluluğa aitlik hissiyle varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Bundan dolayı dünya üzerindeki diğer topluluklar gibi Ahıskalı Türklerde, benliklerini sağlamlaştırmak adına kendilerini, ait olduğu toplumun bir ferdi olarak görmekten hiçbir zaman tereddüt etmemişler ve daima Devlet-i Aliye’nin bir mensubu ve onların torunları olarak görmüşlerdir. Fakat bir milletin etnik kökeni incelenirken, tarihi belgelerin verdikleri bilgilerden yola çıkarak araştırma yapmak daha yerinde olacaktır. Aksi takdirde, bu yapılmadığı zaman tarihi objektifliğin hiçbir mahiyeti kalmayacaktır. Hülasa yukarıda anlatılanlara ilave olarak, Ahıska Türklerinin etnik kökenine dair araştırma yaparken konuya nesnel açıdan bakmak daha yerinde olacaktır. Bunun gerekçesi ise; Ahıska coğrafyasının tarih boyunca değişik topluluklara ev sahipliği yapmış olmasından kaynaklanmaktadır. Coğrafyanın tarihi yapısından dolayı Ahıskalı Türklerin menşeini herhangi bir ırka bağlamak oldukça zordur. Fakat yine de bu konuda doğru bilgiler ihtiva eden kaynaklar sınırlı olmasına rağmen mevcuttur.

Kaynakların sunmuş olduğu bilgiler zaman zaman yersiz olsa da üç farklı görüş karşımıza çıkmaktadır. Bu görüşlerden birincisi; Gürcü kaynaklarının ortaya koymuş olduğu görüş, ikincisi; Rus kaynaklarının, üçüncüsü ise Türk kaynaklarının ortaya koymuş oldukları görüşlerdir. Bir milletin menşeini, ülkesinin çıkarları doğrultusunda, kendi ırkına mal etmek isteyen, objektiflikten yoksun Gürcü tarihçilerine göre, Ahıska Türkleri, Türklük ile alakası olmayan aslında Gürcü ırkına mensup bir millettir. Gürcü Tarihçileri, Ahıska Türklerinin menşeine dair araştırma yaparken her zaman Gürcistan hükümetinin siyasi çıkarlarını gözetmiş ve bilim tarihine bu şekilde kaynak sunmuşlardır. Onlara göre Ahıska Türkleri, damarlarında Gürcü kanı taşıyan bir halk olup, Osmanlı Devleti’nin buraları fethiyle birlikte zorla Müslümanlaştırılmış ve Türkleştirilmişlerdir.[4]

Tabi bunu bilimsel ve geçerlilik arz eden tarihi bir bilgi olarak kabul etmek en azından Türk Tarihi açısından izahı mümkün olmayan kara bir lekedir. Binaenaleyh, bu açıklamayı kabul etmek demek, Türk Tarihine gerçeklik payı bulunmayan bir damga vurmak demektir. Bu tez birçok Türk Tarihçisi tarafından asla kabul görmemekte ve diğer kaynaklar incelendiği zaman Gürcülerin bu yersiz görüşlerinin asla doğruluk payı içermediği ortaya çıkmaktadır. Diğer bir görüş Türk kaynaklarının ortaya koymuş olduğu görüştür. Buna göre Kıpçak Türkleri, Ahıska Türklerinin ataları olarak gösterilmekte ve Osmanlı Devleti’nin Ahıska coğrafyasını fethiyle burada ki Türklük şuurunun daha da pekişmiş olduğu savunulmaktadır. Ahıska Türklerinin kökenine dair son görüş ise Rus kaynaklarında ki görüştür. Buna göre Ahıska Türkleri Bulgarlar, Kara papaklar ve diğer

Türk kabilelerin karışımından meydana gelmektedir.[5] Tarih boyunca Ruslar, her ne kadar Türk düşmanlığı yapmış ve halen daha yapmakta olsalar da Ahıska Türklerinin etnik kökeni konusunda Gürcü tarihçilerinden daha ihtiyatlı davrandıkları yadsınamaz bir gerçektir. Akdes Nimet Kurat, Kuban civarlarında, Rus Knezleri ile mücadele halinde olan ve bu mücadeleyi kaybeden Kıpçakların, Gürcü kralının daveti ile Güney Kafkasya’ya gelmiş olduklarını beyan ederek, eserinde şunu ifade etmiştir:“Doğu Anadolu’da ve Çıldır Gölü çevresinde ki Kıpçak zümreleri işte bu Kumanların bakayası olsa gerektir”[6]

Yukarıda bahsedilen görüşlerden hariç kamuoyunda çok gereksiz yorumlar bulunmaktadır. Fakat bunların hiçbirinde doğruluk payı yoktur. Nitekim Ahıska Türkleri tabiri de 1980’li yıllardan itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Hatta 1828-1829 savaşında coğrafya tamamen Rus hâkimiyetine geçse bile Ahıska Türkleri kendi benliklerinden asla kopmamışlardır. 1944 sürgününden önce Ahıska Türkleri kendilerini, Kafkas Türkleri olarak tanımlamaktaydılar. Sovyet rejimi ise onları bir ara Azerbaycanlı olarak adlandırmıştır. Ahıska Türklerini kendi ırklarına mal etmek isteyen Gürcüler de  Mesketyalı tabirini kullanmaya devam etmektedirler. Her ne kadar bu gibi zıt adlandırmalar kullanılsa da yapılan araştırmalar incelendiğinde Ahıska Türklerinin kendilerini Anadolu Türklüğünün bir parçası olarak gördükleri kuvvetle muhtemeldir.

Kıpçaklar, Selçuklular ve Gürcülerin Kafkasya’da ki Rolleri

Tarihi çağlar boyunca, geçmişten günümüze, arkalarında manevi ve mimari izler bırakan topluluklar, daima tarihe damgasını vurmuş olan ve büyük önem arz eden topluluklar olarak görülmüşlerdir. İşte bu sebeple Kıpçak Türkleri ve Selçuklular da Türk Tarihi açısından büyük önem arz etmektedirler. Kıpçaklar, Gürcülerle aynı dini inanca mensup olmakla birlikte gittikleri coğrafyaları Türkleştirmeleri bakımından önemli bir topluluktur. Aynı şekilde Selçuklularda gaza ve cihat anlayışıyla hareket ederek, manevi nüfuzlarını güçlendirmek maksadıyla gittikleri coğrafyaları hem Türkleştirmiş hem de Müslümanlaştırmışlardır. Bu açıdan bakıldığında her iki Türk topluluğu da tarihi mevkii olarak önemli konumdadır. Kurulan ve yıkılan bütün devletler, kendi otoritelerini sağlamlaştırmak adına değişik coğrafyalara ya saldırmışlar ya da fetih hareketlerinde bulunmuşlardır. Bu durum var olma mücadelesi ve benliğin bir göstergesidir.

Batı Göktürk topluluklarından biri olan, aynı zamanda kaynaklarda fiziksel açıdan sarışın, renkli gözlü olarak belirtilen Kıpçaklar, 1068’e gelindiğinde Knezlerin müttefik kuvvetlerini bertaraf ederek Rus sahasına yerleşmeye başlamışlardır. Karadeniz’in kuzeyini ellerinde tutarak, 1080’li yıllarda Balkaş’tan, Tuna Nehrine kadar olan coğrafyaya Kıpçak Eli denilmesine yol açtılar.

Aşağı Don Nehri civarlarında, 1085 tarihinde, komutan Könçek idaresindeki Kıpçak ordusu, Prens İgor komutasındaki Rus kuvvetlerini ağır bir mağlubiyete uğramışlardır.[7]  

Selçuklulara gelince günümüze kadar intikal etmiş olan muhteşem eserleriyle göz kamaştıran bu devletin iki önemli şahsiyeti Tuğrul ve Çağrı Beyler, yeni yurtlar edinmek, gaza ve cihat anlayışla maneviyatlarını yükseltmek maksadıyla ve bundan başka Gazneliler ve Karahanlıların kendilerini sıkıştırmalarından dolayı, Doğu Anadolu ve Azerbaycan taraflarına seferler düzenlemişlerdir. Tarihler 1037’i gösterdiğinde Bizans ile ilk kez karşı karşıya kalınmıştır. Daha sonra 1048 tarihinde meydana gelen Hasan kale savaşında, Selçuklu Devleti’nin bölge hâkimiyetini güçlendirmeleri açısından İbrahim Yınal ve Kutalmış önemli rol oynamışlardır. 1049 tarihinde ise Gürcistan, Selçuklular tarafından birkaç kez ele geçirilmiştir.1068’de Ahıska bölgesi Alparslan tarafından ele geçirilmiştir. Sultan Alparslan ile birlikte artmış olan fetih hareketleri, Sultan Melik şah döneminde de hız kesmeden devam etmiştir. Nitekim bu dönemde Karadeniz’e kadar olan Çoruh boyları ele geçirilmiş ve Selçuklu Devleti’nin hâkimiyet sahası genişletilmiştir.

Selçuklu Devleti’nin bu kadar ilerleme kaydetmesinden rahatsız olan Gücü kralı 2. David, topraklarını geri almak için önemli girişimler de bulunmuştur. Sultan Melik şah’ın vefatından sonra eski topraklarına kavuşmayı hayal eden kral, bunu tek başına başaramayacağını anlayınca, çareyi Kıpçak Türklerinde aramaya başlamıştır. Bu sırada yine Don ve Kuban Nehri civarlarında Rus Knezleriyle mücadele halinde olan Kıpçakları kendi çıkarları için Gürcistan’a davet etmiştir. Kaynaklarda bu göçün tarihi 1118 olarak belirtilmekte ve yaklaşık 250-300 bin kişilik Kıpçak nüfusunun bölgeye gelip yerleştiği vurgulanmaktadır. Kıpçaklar, Gürcülerle aralarında dini bir bağ bulunmasından ötürü, devletin askeri gücünün önemli bir kolunu teşkil etmişlerdir. Aynı zamanda 1177 tarihinde kurmuş oldukları Kubasar sülalesiyle bölgede varlıklarını kuvvetlendirmeye çalışmışlardır. İlk göçten itibaren Kıpçak Türklerinin ikinci göçü ise 3.Georgia’nın kızı kraliçe Tamara dönemine denk gelmekte olup, kaynaklarda 1190-1195 tarihleri üzerinde durulmaktadır.13

Bu coğrafyanın bu denli önemli olmasının sebebi Kavimler göçüne sahne olması, konum itibariyle Türklerin Transit ticaret yolu güzergâhında bulunması ve çeşitli dinlere mensup toplulukların buralarda yaşamış olmalarından kaynaklanmaktadır. 

Kendilerini Kartli veya Kart Velet olarak adlandıran Gürcüler açısından, Kıpçak Türklerinin önemli bir konuma sahip olduğu yadsınamaz bir gerçektir. 

Özellikle Gürcistan Tarihi açısından fevkalâde mühim bir topluluktur. Artarak devam eden Gürcü-Selçuklu münasebetleri Türkiye Selçuklu Devleti’nin önemli hükümdarlarından Rükneddin

Süleyman Şah döneminde farklı bir boyut kazanmıştır. Bu dönemde Gürcülerin başında, derece bakımından padişahlar ile aynı konumda olan, kraliçe Tamara bulunmaktaydı. Tamara, Gürcistan’ın en kudretli siyasi karakteridir. Yayılmacı bir politika takip ederek, Gürcistan’ı kendi döneminde en geniş sınırlarına ulaştırmayı başarmıştır.

Selçuklu Devleti ile Gürcüler bu dönemde karşı karşıya gelmişlerdir. Bunun en önemli sebebi dindir. Çünkü bu dönemde söz konusu coğrafyada hâkimiyet kurmak din ile mümkün olabilmekte idi. Selçuklular ve Gürcülerin karşı karşıya gelmesinin diğer sebepleri ise, Ticaret ve Rumlardır. Coğrafya geçiş güzergâhında bulunmaktadır. Özellikle Erzurum ipek yolu güzergâhında bulunan önemli bir şehirdir.

Bu dönemde Trabzon-Rize civarlarında Gürcüler ile aynı mezhebe mensup Rumlar bulunmaktadır. Dolayısıyla sınırlarını genişleterek güya onlara yardımcı olmak isteyen Gürcüler söz konusu. Gürcüler ile Selçukluların karşı karşıya kaldıkları, kaynaklarda adına Micingerd savaşı denilen bu savaşta, Gürcülerin en önemli askeri kuvvetini Kıpçaklar teşkil etmekteydiler. Gürcüler, Kıpçakları düşmana karşı savaşmaları için ücretli asker olarak tutmuşlar, onların askeri yeteneklerinden daima faydalanma yoluna gitmişlerdir. Pasinler ile Sarıkamış arasında vuku bulan bu savaşta, yaklaşık 100 bin kişilik ordu karşı karşıya gelmiştir. Sultan Çerd’inin düşmesiyle, Sultan’ın başına bela geldiğini sanan kuvvetler, panikleyip dağılmaya başlayınca, talih Selçukluların aleyhinde işlemeye başlamış ve Selçuklu Devleti mağlup olmuştur. Bu savaştan sonra Gürcülerin hâkimiyeti daha da güneye inmiştir. Gürcülerin kazanmış olduğu siyasi zaferlerin neredeyse hepsi Kıpçak Türkleri sayesindedir. Kıpçakların askeri yetenekleri, Gürcülerin bölge hâkimiyetini pekiştirmelerinde önemli rol oynamıştır. Belgeler incelendiği zaman Gürcüler ve Selçuklu Devleti münasebetlerinin, Alâeddin Keykubad döneminde de devam ettiği açık bir şekilde görülmektedir.

1231-1232 yıllarına gelindiğinde Curmagun Noyan idaresindeki Moğol ordusu, Sivas’a kadar gelip buraları yağmalamışlardır. Çok sayıda insanı ve hayvanı öldüren ve şehri tarumar eden Moğollar vakit kaybetmeden geri dönmüşlerdir. Moğolların işgalci tutumuna karşı harekete geçen Sultan Alâeddin Keykubad, Kemalettin Kamyar’a orduyu toplayarak harekete geçmesini emir buyurmuştur. Bu emri alan Kemalettin Kamyar, Sivas’a kadar gelip Moğolların yaptığı katliamları görüp, burada hiçbir Moğol kuvvetine rastlanmayınca, onları takip etmeye başlayarak, Erzurum’a kadar gitmiştir. Erzurum’da Mübarizeddin Çavlı ile karşılaşmış, bu iki komutan araştırmaları sonucunda Moğol saldırısının Gürcü melikesi Rosudan’ın kışkırtmaları neticesinde meydana geldiğini öğrenmişler ve Gürcistan taraflarına sefere çıkmak için hazırlıklara başlamışlardır. Büyük bir kalabalık ve 5 bin ücretli asker ile yola çıkan Selçuklular, sayıları 30’a yakın önemli kaleleri ele geçirmişlerdir. Selçuklu ordusunun bu faaliyetlerini duyan Rosudan, af dileyerek, iki devlet arasındaki münasebetlerin pekiştirilmesi adına, Selçuklular ile evlilik müessesesi yoluyla akrabalık bağı kurmak istediğini açık bir şekilde beyan etmiştir.[8]


YAZAR ; TUĞBA ALTINKAYNAK

KAYNAK

[1] . Zeyrek, Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri s.7,8

[2] . Niliufer Davrıshova, “Sovyetler Birliğinin Sürgün Politikası ve Ahıska Türkleri Sürgünü” İstanbul Üniversitesi SBE, İstanbul 2015, s.78,79

[3] . Buntürk, s.18

[4] . Ayşegül Aydıngün ve İsmail Aydıngün, Ahıska Türkleri: Ulus ötesi Bir Topluluk-Ulus ötesi Aileler, Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı, Ankara 2014, s.35

[5] . Aydıngün, s.36

[6] . Akdes Nimet Kurat, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, TTK, Ankara 1972, S.182, s.74

[7] . Zeyrek, Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri, s.8 13. Buntürk, s.7,8

[8] . İbn Bibi, El-Evâmirü’l- Alâ’iyye Fi’l Umûri’l Alâ’iyye(Selçuk name), çev.,Mürsel Oztürk(Ankara:TTK,2014) s.420-425

Categories: Dünya Genel
Leave a Comment