Batı Türkistan’ın Sayram şehrinde doğmuş ve tasavvufi marifetleri Buhara muhitinde edinmiş bulunan Hoca Ahmed Yesevî, tarikat kurucusu, şair ve din büyüğü olarak Türk dünyasının manevî hayatını etkilemiş nâdir kişilerdendir.Bilhassa Sır-derya çevresinde, Taşkent dolaylarında, Seyhun ötelerindeki bozkırlarda yasayan köylü ve göçebe Türklerin kendisine ve onun tasavvufi tarikatı Yesevîliğe olan tutkunluklarından ötürü, tarihî şahsiyeti efsaneler altında gizlendi, kimliği menkıbelere karıştı.
Hayati hakkında bilgilerimiz çok azdır, hakkındaki menkıbeler ise cildler dolduracak zenginliktedir. Kendisini bugün bile Şeyh Ahmed Yesevî’ye ve Yeseviliğe mensup sayan halk zümreleri Orta Asya’da mevcuttur. Tunceli çevresinde yaşayan bir kısım Şii Türk halkı bunların Anadolu’da kardeşleridir.
Ahmed Yesevi, İbrahim adında bir şeyh olan babasını yedi yaşında iken kaybetti. Ablasıyle birlikte, Türk geleneğinin Oğuz Han’ın başkenti olarak gösterdiği Yesi şehrine göçtüler. Burada ilk tasavvuf terbiyesini Arslan Babadan aldı. Sonra Buhara’ya giderek zamanın en büyük âlim ve mutasavvıflarından ders gördü. Çağının en meşhur sofisi Şeyh Yusuf-ı Hemedani’nin müridi olarak, onun muhabbetini kazandı, Nitekim şeyhi öldükten bir müddet sonra onun postuna da geçti Sonra Yusuf-ı Hemedani’ nin eski bir işaretini hatırlayarak Yesiye döndü, ölünceye kadar orada yaşadı. Tesirleri büyük oldu. Göçebeler gibi şehir halklarını ve okumuşları da manevî nüfuzu altına aldı.
https://youtu.be/KoTzOEapRQg
Halis göçebe Türkmen muhitinde bu ulu Yeseviye tarikatı, beklenmeyecek hızla yayıldı, Seyhun kıyılarından Hârzem bozkırlarına, Asya sahralarına ulaştı. Moğol istilâsı ile Horasan, İran, Azerbaycan Türkleri arasına geçti. İlk fetihlerle birlikte Alp-erenler, Horasan Erenleri olarak Anadolu’ya girdi. 13. yüzyıl içinde Anadolu’da görülmeye başlayan Bektaşîlik, Babaîlik, Haydarîlik hep o millî Yesevîlik tarikatından çıkmış kollardır. İleride Yunus Emre’nin gaybdan gönderilmiş mürşidi sayılacak olan Hacı Bektaş ile aynı zamanda dinî destan kahramanı olan Sarı Saltuk, sonra Anadolu Ahiliğinin, pirî-mürşidi sayılan Ahi Evren, Osman Gazi’nin ermiş kayınbabası Ede-Balı, Orhangazi’nin mürşidi Geyikli Baba ve daha niceleri… Ahmed Yesevî’nin Anadolu’ya, manevî fetihler için yolladığı, menkıbelerle destekli gerçekler hâlinde söylenen müritleri, akıncıları, halifeleridir.
Meselâ İslâmi destanlar arasında yer alan Saltuk-name’de, Anadolu ve Rumeli’de bütün Türkistan ve Turan’ın hatta bütün İslâm âleminin şaşılacak bütünlük ile birleştirileceği görülecektir. Anadolu fethinin manevî tasarımını yapan Ahmet Yesevi’ nin nurlu çehresi, bu tabloda elbet görülmektedir.
Hoca Ahmed, inandığı fikirleri yaşayan bir mürşitti. Tanrı vb Peygambere büyük aşkla bağlı olduğu gibi soy ahlâkının yiğitlik, vefa, doğruluk hasletlerini de ruhuna kılavuz edinmiştir. Ömrü boyunca günah işlememek, yalan söylememek, hata etmemek gayreti göstermiştir.
Hazret-i Muhammed’e tutkunluğu dolayısıyle onun yaşadığı yıllardan fazla yaşamak istemediği söylenir. Peygamber, 63 yaşında vefat ettiğine göre, o da 63 yaşma gelince kendisine yer altında bir hücre kazdırmış, kalan ömrünü, günsüz güneşsiz, orada tamamlamıştır.
120 yıl yaşadığı rivayet edilen Ahmed Yesevi’ye bugün de Türkistan’ın manevî büyüğü anlamına Hazret-i Türkistan derler. Mevlâna’ya, Anadolu’nun büyüğü anlamına: Hazret-i Rûm denildiği gibi. Yesevi’nin Türkistan’daki camii üzerinde şu ayet yazılıdır: “Gaybın anahtarı O’ndadır. O’ndan başka kimse bilmez.”
Ahmet Yesevî tasavvufun, nefsi körletmek, tevazu, dünya malını hor görmek, soy ve din gözetmeksizin bütün insanları eşit saymak gibi yüksek görüşlerini, aklı ve fiiliyle benimsemiş, dervişliğin, kanaatin, fazilet ve değerini, dinî ahlâkî öğütleri, peygamber ve evlâdına olan muhabbetini, dünya zevklerine düşkünlüğün zararlarını, Hikmetler nasihatlar hâlinde, mantık gücü ve îman kuvvetiyle yaymıştı.
Samimî inanç ve davranışlarına hayran olan halk, ona çok bağlandı. Dünyada ve ahrette azîz saydı. Onu erenler katma çıkarıp şanına efsaneler donattı. Anadolu ve Türkistan evliyaları Hoca Ahmed’i Pir saydılar.
Öldükten 200 yıl sonra bile şöhreti ne kadar büyük olmalı ki, Timur Han, onun Yesi’deki mezarı üstüne, mimarlık şaheseri bir türbe yaptırmak lüzumunu duydu. Türbe, cami ve hânıkah’tan ibaret Yesevî makamı, hem din hem sanat abidesi olarak, bugün de Türkistan’ın en kutsal ziyaret yerlerindendir.
Ahmed Yesevi’ye ait olduğu söylenen “Divan-ı Hikmet” adlı bir eser mevcuttur. Ancak, bu divanda toplanan Hikmetlerin bir kısmı Ahmed Yesevi’nin olsa bile, zamanla türlü Yesevî dervişlerine ait parçaların o kitapta toplandığı, dil ve anlatış farklarından anlaşılmaktadır. Zaten ellerdeki en eski Divan-ı Hikmet yazmaları 17. yüzyıldan önceye gitmemektedir. Bu bakımdan onların 12. asırda yazılmış hikmetlerin tıpkısı olduğunu söylemek de zordur.
Zaten Ahmed Yesevî şairlik iddiasında değildir. Yalnız, fikir ve duygularım halka daha iyi öğretebilmek için manzum hikmetler tarzını seçmiştir. Dervişleri ve halifeleri de yüzyıllar boyunca onun izinden giderek benzer parçalar yazmışlardır. Divan-ı Hikmet’e Yesevî tarikatı mensuplarının ortak eseri gözüyle bakılabilir.
Divan-ı Hikmet’teki parçaları dilber ve şarabı öğen öteki şiirlerden ayırdedebilmek için Hoca Ahmed’in bu manzumelerine Hikmet adı verilmiştir. Bunların çoğu kuru öğretici mahiyette lirizm ve heyecandan uzak parçalardır.
Biçim yönünden Hikmetler: a) Türk nazım birimi olan dörtlüklerden kurulmuş Koşma nazım şekli ile; b) hece vezniyle (çoğu 4+4+4-12, bazen 4+3=7 kalıbiyle; c) Halk şiirinde çok görülen, redifle pekiştirilmiş yarım kafiyeler çok kullanılarak; ç) Arapça ve Farsçanın biraz karıştığı fakat sade bir Doğu Türkçesi ile yazılmışlardır. Ancak gazel ve mesnevi nazım şekliyle yazılmış Hikmetler de az değildir.
Muhteva yönünden Hikmetlerin fikir ve duygu tarafı kuvvetli ama coşkunluk ve lirizm yönü eksiktir. Fikir olarak, şeriat ve tarikat görüşlerini birbirlerine zıt düşürmemiş, bunları kaynaştırmıştır. Dinde hoca, tasavvufta evliya sayılışının bir sebebi de budur.
Bilhassa Özbek ve Kazak Türkleri arasında tutunan ve türlü kılıklar altında Türk dünyasına (Anadolu’ya da) yayılmış olan Yesevilikte, İslâmiyetin ve tasavvufun eski Türk boy ve soy gelenekleri ile sımsıkı kaynaştığı, az da olsa Şamanlık ve Budizm’den bazı esintilerin tarikat kalıbına döküldüğü görülmektedir.
Dergâhta kadın ve erkeklerin birlikte zikretmeleri, sığırların kurban edilmesi Yesevilikte yadırganan şeyler değildir. Ayrıca kötülerin hayvan şekline sokulacağı, iyilerin türlü kuşlar biçimlerine girerek uçacakları gibi bazı söylenti inanışlar da şüphesiz bazı eski kültürlerden sızıp gelmiş olsa gerektir.
Ahmed Yesevî, hem yüksek şahsiyeti, hem büyük teşkilâtçılığı, hem de Hikmetleri ile Türklük dünyasının her tarafına, dolaylı veya açık tesirleri görülmüş nâdir büyüklerimizden biridir.
(Aşağıdaki hikmette, veli şairin hayatını ve samimi inancını anlatmakta söylemekte ve bilhassa 63 yaşında ölen Peygamber Efendimizden daha fazla yaşamayı, sevgisine aykırı bulduğu için o yaşta yer altına girişini hikâye etmektedir.)
HİKMET
Ol Kadirim kudret birlen nazar kıldı
Hurrem bolup yir astıga kirdim muna
Garip bendeng bu dünyadan güzer kıldı
Mahrem bolup yir astıga kirdim muna
Zâkir bolup, şâkir bolup Hak’nı taptım
Şiyda bolup, rüsva bolup candın öttim
Andın songra vahdet meydin katre tattım
Hemdem bolup yir astıga kirdim muna
Altmış üçke yaşım yitti bir künçe yok
Vâ-dirigâ, Hak’nı tapmay könglüm sınuk
Yir üstide, sultân min tip, boldum uluk
Pür gam bolup yir astıga kirdim muna
Başım tofrak, cismin tofrak, özim tofrak
Köydüm yandım, bola’Imadım hergiz afak Hak
vaslıga yiter min tip ruhum müştak
Şemnem bölüp yir astığa kirdim mene (Ahmet Yesevî; Divan-ı Hikmet)
1) Benim Tanrım Kudret ile bir baktı- Mesut olup yer altına girdim işte- Garip kulun bu dünyadan geçti gitti – Sırdaş olup yer altına girdim işte.
2) Zikrederek, şükrederek Hakk’ı buldum – Âşık olup, kınanarak candan geçtim – Ondan sonra “teklik” içkisinden bir damla tatdım. – Peygamber’e yoldaş olup yer altına girdim işte.
3) Yaşım altmış üçe yetti, bir gün yaşamamış gibiyim – Ah yazık! Tanrı’ya varmayan gönlüm kırık – Yeryüzünde “sultanım” diye ululanırken Gamla dolup yer altına girdim işte.
4) Başım toprak, cismim toprak, özüm toprak – Yandım yakıldım da yine tertemiz olamadım – Tanrı’ya kavuşacağım diyen ruhum özlem içinde – şebnem olup yer altına girdim işte.
Kaynak: Türk Edebiyatı Cilt 2/ Ahmet Kabaklı
Hoca Ahmed Yesevî
ve Dîvân-ı Hikmet
Ahmet Yesevî’nin şiirlerine “hikmet”, şi-irlerinin toplandığı kitaba da Dîvân-ı Hikmet adı verilir. Ahmed Yesevî’nin şiirlerini Karahanlı Türk-çesiyle yazdığı muhakkaktır. Fakat Yesevî’nin hik-metlerini toplayan yazmaların hepsi de çok son-raki asırlarda istinsah edildiği için dil bakımından Karahanlı devri Türkçesine tam olarak uymazlar. Bu şiirlerde değişik saha ve devirlere ait dil hu-susiyetleri hep birlikte görülür. Ayrıca Dîvân-ı Hikmet’te şiirlerin hepsi de Ahmed Yesevî’ye ait değildir. Halifeleri tarafmdan yazılmış pek çok şiir ona mal edilmiştir. Ruh, edâ ve şekil bakımından bu şiirlerin hepsi birbirine benzediğinden ha-gilerinin Ahmed Yesevî’ye ait olduğunu ayı-rabilmek de çok güçtür. Bütün bu sonraki tesir ve karışmalara rağmen hikmetleri dil bakımından de-ğilse bile edebî bakımdan Karahanlı devrine ve 12. yüzyıla ait kabul etmek gerekir.
Ahmed Yesevî, 11. yüzyılın sonlarında Batı Türkistan’ın Sayram (İsfîcab) kasabasında doğdu. Babası kerâmetleriyle tanınmış Şeyh İbrahim, an-nesi Mûsâ Şeyh’in kızı Ayşe Hatun’dur. Mûsâ Şeyh, İbrahim’in halifelerindendi. Ahmed Yesevî, önce annesini, 7 yaşında iken de babasını kay-beder. Ablası Gevher Şehnazla birlikte Yesi’ye gö-çerler ve Ahmed Yesevî Arslan Baba’ya intisap eder. Bir yıl içinde Arslan Baba da vefat edince Ahmed Yesevî Buhara’ya giderek Şeyh Yûsuf-ı Hemedânî’ye intisap eder. Hoca Ahmed Yesevî uzun süre şeyhinin irşatlarından faydalanmış ve
onun üçüncü halifesi olmuştur. Şeyh Yûsuf-ı Hemedânî 1140’ta ölünce sırasıyla birinci ve ikinci halife onun yerini almış, nihayet 1160’ta Ahmed Yesevî irşat postuna oturmuştur. Bir müddet sonra bu makamı dördüncü halifeye terkeden Hoca Ahmed Yesevî, Yesi’ye dönerek irşatlarına orada devam etmiş ve 1160 yılında ölmüştür. Vefatından sonra halifeleri tarafmdan irşatları devam et-tirilmiştir. Bilhassa üçüncü halifesi Süleyman Hakîm Ata, Ahmed Yesevî gibi hikmetler söy-lemesiyle tanınmış ve kerâmetleriyle Türkistan halkı tarafından çok benimsenmiştir.
Ahmed Yesevî’nin nesli, kızı Gevher Şehnaz vasıtasıyla devam etmiş, birçok kimse, meselâ Evliya Çelebi, soyunu Ahmed Yesevî’ye bağ-lamıştır.
Daha çok küçük yaşta Hoca Ahmed Yesevî’nin hayatı etrafında menkıbeler teşekkül etmeye baş-lamıştır. Arslan Baba’ya intisabı ile ilgili menkıbe şöyledir: Hazreti Muhammed’in savaşlarından bi-rinin sonunda eshâb aç kalır ve peygamberden yi-yecek ister. Hazreti Peygamber duâ eder, Cebrail aleyhisselâm cennetten bir tabak hurma getirir. Hurmalardan biri yere düşer. Cebrail “Bu hurma ümmetinizden Ahmed adlı birinin kısmetidir” der. Peygamber eshâba, emaneti kimin sahibine teslim edeceğini sorar. Arslan Baba talip olur, Hazreti Muhammed hurmayı onun damağına koyar ve Türkistan’a yollar. Arslan Baba 500 yıl emanetin sa-hibini bekler. Sayram’dan Yesi’ye gelen 7 yaşındaki
yetim ve öksüz Ahmed Yesevî, Arslan Baba’yı görür görmez hurmayı sorar.
Kelâm kıldım hurmadan manga vahşet kıldılar Ey bî-edeb kûdek dip asâ alıp sürdiler Vahşetidin korkmadım manga bakıp hırdılar Arslan Babam sözlerin işitingiz teberrük
Söz edince hurmadan bana korku verdiler; “Edebsiz çocuk” deyip sopa alıp sürdüler; Hiddetinden korkmadım, bana bakıp güldüler; Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.
Arslan Baba 500 yıldır damağında sakladığı ve lezzetinden hiç bir şey kaybetmeyen hurmayı Ahmed Yesevî’ye verir.
Agzmg açgıl ey kûdek emânetin bireyin Mezesini yutmadım aç agzınga salayın Hak resûlnı buyrugm ümmet bolsam kılayın Arslan Babam sözlerin işitingiz teberrük
“Ağzını aç ey çocuk, emanetini vereyim; Lezzetini tatmadım, aç ağzına salayım; . Hak Resulün emrini, ümmet olsam, kılayım.” Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.
Rivayete göre Ahmed Yesevî 63 yaşma gelince Hazreti Peygamber’e olan bağlılığından dolayı bir kuyu kazdırmış ve geri kalan ömrünü bu kuyunun dibindeki tek kişilik hücrede geçirmiştir.
Ahmed Yesevî’nin iyi bir tahsil gördüğü, Arapça’yı, Farsça’yı ve İslâmî ilimleri de öğrendiği muhakkaktır. Hanefî mezhebindendi ve ehl-i sün-nete bağlı idi. Küçük yaşta iken kerametleri ya-yılmış, sade bir dille yazılan ve halkın ruhunu ok-şayan hikmetleriyle kısa zamanda Türkistar halkının, bilhassa göçebe Türklerin gönlünde taht kurmuştur. Onun irşatları etrâfmda teşekkül eden Yeseviyye tarikatı Türkistan’da geniş sahalara ya-yılmış, Yesevîlikten doğan birçok tarikat Orta Asya ve Anadolu’da asırlarca Türk halkının mânevi cep-hesini beslemiştir. Tahta kaşık ve kepçe yontup bunları satarak geçimini sağlayan Ahmed Yesevî’nin rivayete göfe 99.000 müridi vardı ve bunlar dört bir yana dağılarak onun irşatlarını ve hikmetlerini her tarafa yayıyorlardı. Onun şöhret ve tesiri, ölümünden sonra daha da kuvvetlenerek devam etmiştir. Yesevî’yi rüyasında gören Temür, kazandığı bir zaferden sonra Yesi’ye gelerek onun kabrini ziyaret eder ve 1396-1397 yıllarında Yesevî için büyük bir türbe inşa ettirir. Daha sonra Şibânî Han tarafından tamir ettirilen türbe Türkistan halkı için mukaddes bir ziyaretgâhtır. On binlerce
Türkistanlı yılın belli bir ayında türbeyi ziyaret ederek bir hafta müddetle onun etrâfmda ibadette bulunur, hikmetlerini belli makamlarla söyleyerek zikrederlerdi. Türbenin civarına gömülmek Tür-kistan Türkleri için büyük bir bahtiyarlık ol-duğundan sağlıklarında oradan toprak alırlardı. Yesevî’nin türbesi hâlâ ziyaretgâh olarak kul-lanılmakta ve Türkistan Türklerinin manevî bağ-larından birini teşkil etmektedir.
Hikmetler, dînî-tasavvufî şiirlerdir. Çoğu dört-lükler halindedir, koşma tarzında kafiyelenmiş ve hece vezniyle yazılmıştır. Hikmetlerin bir kısmı ise gazel tarzındadır ve aruz vezniyle kaleme alın-mıştır. Heceyle yazılmış hikmetlerin vezni 4+4+4=12’dir. Aruzla yazılan hikmetlerde “fâilâtün fâilâtün fâilün, mefâîlün mefâîlün feûlün, 4 mefâîlün ve mef’ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün” ve-zinleri kullanılmıştır. Gazel tarzında kafiyelenmiş bazı hikmetlerde ise 7+7 veya 8+8’lik hece vezni kul-lanılmıştır. Mesnevî tarzında yazılan münâcât ve nâtm vezni “mefâîlün mefâîlün feûlün” dür. Dört-lüklerle yazılmış hikmetlerde kıt’a sayısı 5 ilâ 28 ara-sında değişmekte, çoğunlukla 10-12 kıt’alık hik-metler tercih edilmektedir. Gazellerdeki beyit sayısı 5-15 arasındadır. 7 beyitlik gazeller çoğunluktadır.
Kafiye olarak Arapça, Farsça kelimeler kul-lanıldığı zaman çoğunlukla tam kafiyeye baş-vurulur. Fakat kafiyelerin çoğu Türkçe asıllı ke-limerle yapılmıştır ve bunlarda da yarım kafiye kullanılmıştır. Hatta bazan yarım kafiyenin bile kullanılmadığı, yakm seslerin benzerliği ile veya sâdece redifle yetinildiği olur. Esasen redif, hik-metlerde mühim bir ahenk unsuru olarak yer alır. Beyitlerle yazılmış hikmetlerin birçoğu musammat gazel tarzındadır. Bu tarz hikmetlerde görülen iç kafiye şiire fevkalâde bir ahenk vermektedir.
Canım cüda bolganda tenim munda kalganda Tahta üzre alganda ne kılgay min Hudâya
Canım ayrı olanda, tenim burda kalanda, Tahta üzre alanda ne yaparım Allah’ım?
Öyle anlaşılıyor ki millî nazım şekli olan koş-madan gazel tarzma geçişte musammat şekiller fevkalâde elverişli olmuştur. Edebiyatımızın gazel tarzındaki bu ilk şiirlerinde koşma ahengi hemen kulağa çarpar. Beyitler ortadan ikiye bölünüp dört mısra haline getirildiği zaman 4+3’lük bir koşma ile karşılaşırız. Halk şiirinin ahengi ile kulakları dolmuş bulunan ilk Türk şâirleri, koşmanın dört mısraını beyit haline sokarak gazel tarzma ge-çivermişlerdir.
Ahmed Yesevî’rün hikmetlerinde işlenen mev-zular tamamıyla dînî ve tasavvufîdir. İslâmiyet’in esasları, şeriatın hükümleri ve tasavvuf âdabı, şi-irlerin ana konusu teşkil eder. Kıyamet ahvâli, cen-net ve cehennem tasvirleri, dünya ahvâlinden şikâyet, peygamber sevgisi, dervişlerle ilgili men-kıbeler ve Ahmed Yesevî’rün kendi hayatına ait parçalar sâde bir dille anlatılır.
Ahmed Yesevî’rün canlı ve hareketli bir üslûbu vardı. Şiirlerinin pek çoğunda bir zikir ritmi bulmak mümkündür. Hikmetlerin zikir es-nasında ve belli bir makamla söylendiği dü-şünülürse böyle hareketli bir ritmin varlığı tabiî, hattâ zarurîdir. İşte Ahmed Yesevî bu ritmi ve ha-reketi 4+4+4’lük duraklarla çok iyi yakalamış gö-rünüyor. Altmış üç yaşında yer altına girdiğini an-latan şu dörtlüklerde bu ritim çok açık bir şekilde farkedilmektedir.
Ol kadirimi kudret birlen nazar kıldı Hurrem bolup yir astığa kirdim muna Garib bendeng bu dünyâdm güzer kıldı Mahrem bolup yir astığa mirdim muna
Kadir Rabb’im kudret ile nazar kıldı; Mutlu olup yer altına girdim işte. Garip kulun bu dünyadan göçüp gitti; Mahrem olup yer altına girdim işte.
Zâkir bolup şâkir bolup haknı taptım Dünyâ ukbâ haram kılıp yançıp tiftim Şeyda bolup rüsvâ bolup candın öttün
Bî-gam bolup yir astığa kirdim muna
Zâkir olup, şâkir Hakk’ı buldum; Dünya, ahret haram kılıp ezip teptim; Divâne olup, rüsvâ olup candan geçtim; Gamsız olup yer altına girdim işte.
Başım tofrak, özüm tofrak cismin tofrak Hak vashga yiter nün dip ruhum müştak Köydüm yandım bolalmadım hergiz afak Şebnem bolup yir astığa kirdim muna.
Başım toprak, kendim toprak, cismim toprak; “Hakk’a kavuşur muyum?” diye, ruhum müştak;
Kavrulup yandım, olamadım asla ap-ak;
Şebnem olup yer altına girdim işte.
Bu hareketli ritim onun şiirlerine coşkun, taş-kın, ve akıcı bir edâ verir. Dînî düşünceleri, basit ve sâde bir dille, fakat bu coşkun ve akıcı edâ ile anlatır.
Tevbe kılgan âşıklarga nûri irür Tüni küni sâyim bolsa köngli yarur Kaçan ölüp gûrge kirşe gûn kingür Ugan izim rahîm rahman rahmeti bar
Tevbe kılan âşıklara nuru erer; Gece gündüz oruçlu olsa, gönlü parlar; Öldüğünde kabre girse, kabri genişler; Kadir Rabbim, rahîm, rahman, rahmeti var.
Tevbesizler bu dünyâdm kiçmes bilür Ölüp barsa gür azabın körmes bilür
Kıyamet kün tang arasât atmas bilür Heyhat heyhat nevha fedyâd künleri bar
Tevbesizler bu dünyadan göçülmez bilir; Ölüp varsa, kabir azabı görmez bilir; Kıyamet günü Arasat tanı atmaz bilir; Heyhat heyhat, nevha, feryat günleri var.
Hak yâdıdan zerre gafil bolmağanlar Yatsa kopsa hak zikrini koymaganlar Vallah billah dünyâ haram almaganlar
Gür içinde ol kul hergiz ölmez bolur
Hak yâdındın zerre gaafil olmayanlar, Yatsa kalksa, Hak zikrini koymayanlar, Vallah, billah, dünya haram, almayanlar, Kabr içinde o kul asla ölmez olur.
Ahmed Yesevî’de şairane tasvirler ve ince sanat oyunları bulunmaz; fakat Kemâl Eraslan’m dediği gibi, onun “hikmetlerinin tamamen basit, kuru ve edebî bir değerden mahrum olduğunu söylemek de doğru değildir. Bazı hikmetlerinin sa-mimi ve coşkun bir ifâdeye sahip olduğu ve dînî-tasavvufî halk edebiyatının en güzel örneklerini teşkil ettiği unutulmamalıdır.”
Dîvân-ı Hikmet’ten:
III Hikmet
her subh-dem nida kildi kulakımga
zikr ayt didi zikrin aytıp yördüm muna ışksızlarnı kördüm irse yolda kaldı ol sebebdin ışk dükkânın kurdum muna
Sabahları kulağıma nida geldi:
“Zikr et!” dedi, zikrini deyip yürüdüm işte,
aşksızları gördüm ise, yolda kaldı;
o sebebten aşk dükkânını kurdum işte.
on altımda barca ervah ülüş birdi hay hay sizge mübarek dip âdem kildi ferzendim dip boynum kuçup könglüm aldı on yitimde türkistanda turdum muna
On altımda bütün ruhlar nasip verdi; “Size mübarek olsun” diyerek Âdem geldi; “Evlâdım!” deyip, boynuma sarılıp gönlümü aldı, on yedimde Türkistan’da bulundum işte.
on birinde rahmet-deryâ tolup taştı allâh didim şeytân mindin yırak kaçtı hây u heves mâ vü menlik turmay köçti on ikide bu sırlarnı kördüm mü muna
On birimde rahmet denizi dolup taştı; “Allah!” dedim, şeytan benden uzaklaştı; geçici heves, ben-sen fikri durmayıp göçtü; on ikide bu sırları gördüm işte.
on sikizde çil-ten birle şarâb içtim zikrin aytıp hâzır turup kögsüm tiştim rûzî kıldı cennet kizip hûrlar kuçtım hak mustafâ cemâllerin kördüm muna
On sekizde Kırklar ile şarap içtim; zikrini deyip, hazır durup göğsümü deştim; nasip kıldı, cennet gezip huriler kucakladım; hak Mustafa cemalini gördüm işte.
on üçümde nefs hevânı kolga aldım nefs basığa yüz ming belâ karmap saldım tekebbürni yirge urup basıp aldım on törtümde tofrak-sıfat boldum muna
On üçümde nefs arzusuna kıpılıverdim; nefs başına yüz bin belâ tutup saldım; kibirlenmeyi yere vurup yenebildim; on dördümde toprak gibi oldum işte.
on tokuzda yitmiş makam zahir boldı zikrin aytıp iç ü taşım tâhır boldı kayda barsam hızır babam hâzır boldı ğâvsu’l-ğıyâs mey içürdi toydum muna
On dokuzda yetmiş makam gösteriverdi; zikrini dedim, içim dışım temizlendi; nereye varsam, Hızır Baba’m hazır oldu; gavsu’l-gıyas mey içirdi, doydum işte.
on bişimde hûr ü gılmân karşu kildi başın üzüp kol kavşurup tâzîm kıldı firdevs atlığ cennetidin muhzır kildi dîdâr üçün barçasmı koydum muna
On beşimde hûrî, gılman karşı geldi; baş eğerek, el bağlayıp tazim kıldı; Firdevs adlı cennetinden haberci geldi; didar için hepsini terkettim işte.
yaşım yitti yigirmige ötdim makam bihamdi’llâh pîr hizmetin kıldım tamâm dünyâdaki kurt u kuşlar kıldı selâm ol sebebdin hakka yavuk boldum muna
Yaşım yirmiye ulaştı, makamlar aştım; Allah’a hamd olsun, pîr hizmetini tamamladım; dünyadaki kurt ve kuşlarla selâmlaştım; o sebepten Hakk’a yakın oldum işte.
(*) Metin ve tercüme Kemal Eraslan’ın Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler (Ankara, 1983) adlı eserinden avnen alınmıştır.
IV Hikmet
1
hoş gayibdin kulakımga ilham kildi ol sebebdin hakka sıgnıp kildim muna barca büzürg yıghp manga inam birdi ol sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
Hoş gaipten kulağıma ilham geldi; O sebebten Hakk’a sığınıp geldim işte. Hep ulular yığılıp bana nimet verdi;
0 sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.
2
min yigirme iki yaşda fena boldum merhem bolup çm derdlikke deva boldum yalgan âşık çm âşıkka güvâh boldum
01 sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
Ben yirmi iki yaşta fâni oldum;
merhem olup gerçek dertliye deva oldum;
sahte âşığa, gerçek âşığa tanık oldum;
0 sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.
3
eyâ dostlar yaşım yitti yigirme üç
yalgan dava tâatlarım barçası pûç kıyamet kün ne kılgay min bürehne lûç
01 sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
Eyâ dostlar, erdi yirmi üçe yaşım; dâvam yalan, tamamı boş tâatlarım; kıyamet günü ben çıplak, şaşı ne yapayım?
0 sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.
4
min yigirme törtke kirdim hakdın yırak âhiretka barur bolsam kanı yarak ölgenimde yıghp urung yüz ming tayak
01 sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
Ben yirmi dört yaşa girdim, Hak’tan uzak; âhirete varır olsam, hani hazırlık? Öldüğümde toplanıp vurup yüz bin dayak;
0 sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.
5
cenâzemni arkasıdm taşlar atmg ayakımdan tutup südrep gûrge ilting hakka kulluk kılmadmg dip yançıp tiping
0l sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
Cenazemin arkasından taşlar atın; ayağımdan sürüyerek mezara iletin; “Hakk’a kulluk kılmadım” diyip döğüp tepin; o sebebten Hakk’a sığınıp geldim işte.
6
yazuk bilen yaşım yitti yigirme biş
sübhân igem zikr örgetip kögsümni tiş
kögsümdeki girihlerim sin özüng yiş
ol sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
Günah ile yaşım oldu yirmi beş;
sübhan Rabb’im, zikr öğretip göğsümü deş;
göğsümdeki düğümleri sen kendin çöz;
0 sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.
7
min yigirmi altı yaşda sevda kıldım mansûr-sıf at dîdâr üçün gavgâ kıldım pirsiz yörüp derd ü halet peyda kıldım
01 sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
Ben yirmi altı yaşta sevda kıldım; Mansur gibi didar için kavga kıldım; pirsiz dolaşıp dert ve halet peyda kıldım;
0 sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.
8
min yigirmi yiti yaşda pirdi taptım
her sır kördüm perde birlen büküp yaptım
âstânesin yastanıban izin öptim
01 sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
Ben yirmi yedi yaşta piri buldum; gördüğüm her sırrı perde ile sanp örttüm; eşiğine yaslanarak izini öptüm;
0 sebebten Hakk’a sığınıp geldim işte.
9
min yigirmi sikiz yaşda âşık boldum kiçe yatmay mihnet tartıp sâdık boldum andın songra dergâhıga lâyık boldum
01 sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
Ben yirmi sekiz yaşta âşık oldum;
gece yatmayıp, mihnet çekip sâdık oldum;
ondan sonra dergâhına lâyık oldum;
0 sebebten Hakk’a sığınıp geldim işte.
10
bir kem otuz yaşka kirdim hâlim harâb ışk yolıda bolalmadım misl-i türâb hâlim harâb bağrım kebâb közüm pür-âb
01 sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
Yirmi dokuz yaşa girdim, harap halim; aşk yolunda toprak gibi olamadım; halim harap, bağrım kebap, yaş dolu gözüm; o sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.
11
otuz yaşda otun kılıp köydürdiler cümle büzürg yıglıp dünyâ koydurdılar urup sögüp yalguz haknı söydürdiler ol sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
Otuz yaşta odun kılıp yandırdılar; hep ulular yığılıp dünya koydurdular; vurup, söğüp yalnız Hakk’ı sevdirdiler; o sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.
12
kul hâce ahmed dünyâ koysang işing biter kögsungdeki çıkkan âhıng arşka yiter cân birerde hak mustafâ kolung tutar ol sebebdin hakka sığınıp kildim muna
Kul Hâce Ahmed, dünya koysan, işin biter; göğsünden çıkan âhın Arş’a yeter; can verende hak Mustafa elinden tutar; o sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.
X Hikmet
1
ol kadirim kudret birlen nazar kıldı hurrem bolup yir astığa kirdim muna ğarîb bendeng bu dünyâdın güzer kıldı mahrem bolup yir astığa kirdim muna
Kadir Rabb’im kudret ile nazar kıldı; mutlu olup yer altına girdim işte. Garip kulun bu dünyadan göçüp gitti; mahrem olup yer altına girdim işte.
2
zâkir bolup şâkir bolup haknı taptım dünyâ ukbâ haram kılıp yançıp tiftim şeydâ bolup rüsvâ bolup candın öttim bî-gam bolup yir astığa kirdim muna
Zâkir olup, şâkir olup Hakk’ı buldum; dünya, ahret haram kılıp ezip teptim; divane olup, rüsva olup candan geçtim; gamsız olup yer altına girdim işte.
3
şömluğumdm tağ u taşlar sögti mini
fasîh tilde sögüp aydı filing kanı
âşık bolsang evvel barıp haknı tanı
merhem bolup yir astığa kirdim muna
Şomluğumdan dağlar, taşlar söğdü beni; açık dille söğüp dedi: Filin hani? Âşık olsan, önce varıp Hakk’ı tanı!
Merhem olup yer altına girdim işte.
4
sizni bizni hak yarattı tâat üçün
ey bü’1-acep içmek yimek rahat üçün
kâlü belâ didi ruhum mihnet üçün
edhem bolup yir astığa kirdim muna
Sizi, bizi Hak yarattı tâat için; ey acayip, içmek, yemek, rahat için; “Kalû belâ” dedi ruhum mihnet için; Edhem olup yer altına girdim işte.
nefsim mini köp yü^ürtti hakka bakmay
kiçe kündüz bî-ğam yördüm yaşım akmay hây u heves mâ vü menlik otka yakmay
pür-ğam bolup yir astığa kirdim muna
Nefsim beni çok koşturdu, Hakk’a bakmadan; gece gündüz gamsız yürüdüm, yaşım akmadan; hevesleri, benlik dâvasını ateşe yakmadan; gamla dolup yer altına girdim işte.
6
kulnı korsem hizmet kılıp kuh boldum tofrak-sıfat yol üstide yoh boldum âşıklarnı köyüp öçken küli boldum hemdem bolup yir astığa kirdim muna
Bir kul görsem, hizmet kılıp kulu oldum; toprak gibi yol üstünde yolu oldum; âşıkların yanıp sönen külü oldum; hemdem olup yer altına girdim işte.
candın kiçip mihnet tarttım benden didi kanlar yutup allâh didim rahm eyledi dûzeh içre bolmasun dip gamım yidi hurrem bolıp yir astığa kirdim muna
Candan geçip mihnet ettim, kulum dedi; kanlar yutup “Allah!” dedim, rahm eyledi; cehennemde olmasın deyip tasalandı; mutlu olup yer altına girdim işte.
8
yaşım yitti altmış üçke bir künçe yok vâ-dirîğâ haknı tapmay könglüm smuk yir üstide sultân min dip boldum uluk şâkir bolup yir astığa kirdim muna
Bir gün değil, altmış üçe erdi yaşım; yazık, Hakk’ı bulmamaktan kırık gönlüm; yer üstünde sultanım deyip kibirlendim; şâkir olup yer altına girdim işte.
9
şeyh nün diben dava kılıp yolda kaldım
fes ü destâr pûçek pulğa satıp kildim
nefs ü hevâ tuğyan kıldı harıp kaldım
bî-dem bolup yir astığa kirdim muna
Şeyhim diye dâva kılıp yolda kaldım;
fes, sangı değersiz pula satıp geldim;
boş istekler coşup taştı, yorulup kaldım;
huzursuz olup yer altına girdim işte.
10
başım tofrak özüm tofrak cismim tofrak hak vaslığa yiter min dip ruhum müştak
köydüm yandım bola’lmadım hergiz afak şebnem bolup yir astığa kirdim muna
Başım toprak, kendim toprak cismim toprak; “Hakk’a kavuşur muyum?” diye, ruhum müştak; kavurulup yandım, olamadım asla ap-ak üs şebnem olup yer altına girdim işte.
11
pîr-i muğân nazar kıldı şarâb içtim şiblî yanglığ sema urup candın kiçtim sermest bolup il ü halkdın tanıp kaçtım zemzem bolup yir astığa kirdim muna
Pîr-i muğân nazar kıldı, şarap içtim; Şiblî gibi sema kılıp candan geçtim; sermest olup insanlardan uzaklaştım; Zemzem olup yer altına girdim işte.
12
kul hâce ahmed-nâsih bolsang özüngge bol âşık bolsang candın kiçip bir yolı öl nâdânlarğa aytsang süzüng kılmaz kabul muhkem bolup yir astığa kirdim muna
Kul Hâce Ahmed, nâsih olsan, kendine ol; âşık olsan, candan geçip bir defa öl; cahillere desen, sözünü kılmaz kabul; mukhem olup yer altına girdim işte.
XII Hikmet
tevbe kılıp hakka yangan âşıklarğa uçmah içre tört arığda şerbeti bar tevbe kılmay hak yanmağan ğafillerğa tar lahidde katığ azâb hasreti bar
Tevbe kılıp Hakk’a dönen âşıklara cennet içinde dört pınarda şerbeti var. Tevbe kılıp Hakk’a dönmeyen gafillere dar lahidde katı hasreti var.
uçmah mülkin ukğan kullar tevbe kılsun tevbe kılıp hazretiğa yavuk bolsun hûr u kusur ğılmân vildân hadim bolsun elvan elvan kiyer teşrif hilatı bar
Cennet mülkünü anlayan kullar tevbe kılsın; tevbe kılıp huzuruna yakın olsun; hûrî, köşkler, gılman, vildan hizmet kılsın; türlü türlü giydiği şeref hil’ati var.
3
tevbe küğan âşıklarğa nuru irür tüni kürü sâyim bolsa köngli yarar kaçan ölüp gûrge kirşe gûri kingür uğan izim rahîm rahman rahmeti bar.
Tevbe kılan âşıklara nuru erer; gece gündüz oruçlu olsa, gönlü parlar; öldüğünde kabre girse, kabri genişler; kadir Rabb’im, rahîm, rahman, rahmeti var.
4
tevbesizler bu dünyâdm kiçmes bilür ölüp barsa gûr azabın körmes bilür kıyamet kün tang arasât atmas bilür heyhat heyhat nevha feryâd künleri bar
Tevbesizler bu dünyadan göçülmez bilir; ölüp varsa, kabir azabını görmez bilir; kıyamet günü Arasat tanı atmaz bilir; heyhat heyhat, nevha, f eryad günleri var.
namaz rûze tevbe üzre barğanlarğa hak yolığa kirip kadem koyğanlarğa uşbu tevbe birle anda barğanlarğa yarhkanmış kullar birlen sohbeti bar
Namaz, oruç, tevbe üzre varanlara, Hak yoluna girip ayak koyanlara, bu tevbeyle âhirete varanlara, bağışlanmış kullar ile sohbeti var.
ol arığlar kimge turur bilgil mum tevbe kılğan âşıklarğa içrür anı tevbesizler ol arığdm içmes suni anga içrür zehir zakkum şerbeti bar
O pınarlar kim içindir, bil sen bunu; tevbe kılan âşıklara içirir onu; tevbesizler o pınardan içmez suyu; ona içirir zehir zakkum şerbeti var.
her kim hakm kulı bolsa hakka yansun hakka yanmas ğâfil kullar narı barsun kul hâce ahmed neçük munda orun tutsun kiçe kündüz korka turur heybeti bar
Her kim Hakk’ın kulu olsa, Hakk’a dönsün; Hakk’a dönmeyen gafil kullar öteye varsın; Kul Hâce Ahmed nasıl burada mekân tutsun; gece gündüz korkup durur, heybeti var.
L Hikmet
ne boş tatlık hû yâdı seher vakti bolganda baldın süçük hû atı seher vakti bolganda
Ne hoş tatlı Hû yâdı seher vakti olanda; baldan tatlı Hû adı seher vakti olanda
her kün köyer bu câmm kullukka yok dermanım sin kiçürgil günâhım seher vakti bolganda
Her gün yanar bu canım, kullukta yok dermanım, sen bağışla günahım seher vakti olanda.
seher vakti turganlar cânm feda kılganlar ışk otıga köygenler seher vakti bolganda
Seher vakti kalkanlar, canın feda kılanlar, aşk oduna yananlar seher vakti olanda.
îmân semin yandursang rûh kuşmı köydürseng hudâymga sıgınsang seher vakti bolganda
İman mumunu yandırsan, ruh kuşunu uyandırsan, Allah’ına sığınsan seher vakti olanda.
seher vakti hoş saat turganga bolgay rahat açlur devlet saadet seher vakti bolganda
Seher vakti hoş saat, kalkana olur rahat, açılır devlet, saadet seher vakti olanda.
kul hâce ahmed sâatî bir zerre yok takati zikir canını rahatı seher vakti bolganda
Kul Hâce Ahmed saatî, bir zerre yok takati, zikir canın rahatı seher vakti olanda.
LIV Hikmet
irenler cemâl körer dervişler sohbetinde yaranlar meclisinde nûr yağar sohbetinde
Erenler cemal görür dervişler sohbetinde; yaranlar meclisinde, nur yağar sohbetinde.
her kim sohbetke kildi irendin ülüş aldı bat kildi biliş boldı dervişler sohbetinde
Her kim sohbete geldi, erenden nasip aldı, tez geldi, biliş oldu dervişler sohbetinde.
ne tilese ol bolur dervişler sohbetinde her sırlar zahir bolur dervişler sohbetinde
Ne dilese o olur dervişler sohbetinde; her sular zahir olur dervişler sohbetinde.
her kim sohbetke kildi könglige manâ toldı ashâblar murâd taptı dervişler sohbetinde ‘
Her kim sohbete geldi, gönlüne mâna doldu ashâblar murad buldu dervişler sohbetinde.
âm kilse hâs bolur yulduz kilse ay bolur mis kilse altım bolur dervîşler sohbetinde
Âm gelse, hâs olur; yıldız gelse, ay olur; mis gelse, altın olur dervişler sohbetinde,
resûlğa vahiy kildi başındın tâcm aldı
koptı hâdimlik kıldı dervîşler sohbetinde
Resûl’a vahiy geldi, başından tacın aldı, : kalktı hâdimlik kıldı dervişler sohbetinde.
kirb ü hasedler öler içige manâ tolar
köz açıp haknı körer dervîşler sohbetinde
Kibir, hasedler ölür, içine mâna dolar, göz açıp Hakk’ı görür dervişler sohbetinde.
kul hâce ahmed sohbetde dem urar münâcâtda zihî hoş saâdetde dervîşler sohbetinde
Kul Hâce Ahmed sohbette, dem vurur münâcâtta, ne güzel saadette dervişler sohbetinde.
LIX Hikmet
ışkıng kıldı şeydâ mini cümle âlem bildi mini kayğum sin sin tüni küni minge sin ok kirek sin
Aşkın kıldı şeyda beni, cümle âlem bildi beni, kaygım sensin dünü günü, bana sen gereksin sen.
âlimlerge kitâb kirek sûfilerge mescid kirek mecnûnlarğa leylâ kirek minge sin ok kirek sin
Âlimlere kitap gerek, sûf ilere mescit gerek, Mecnun’lara Leylâ gerek, bana sen gereksin sen.
taâla’llâh zihi manâ sin yarattmg cism ü cânnı kullık kılsam tüni küni minge sin ok kirek sin
Taâla’llâh zihî ma’nî, sen yarattın cism ve canı, kulluk kılsam dünü günü, bana sen gereksin sen.
közüm açdım sin kördüm kül köngüli singe birdim uruğlarım terkin kıldım minge sin ok kirek sin
Gözüm açtım seni gördüm, hep gönülü sana verdim, akraba terkini kıldım, bana sen gereksin sen.
ğafillerge dünyâ kirek âkillerge ukbâ kirek vâizlerge minber kirek minge sin ok kirek sin
Gafillere dünya gerek, âkillere ukba gerek, vaizlere minber gerek, bana sen gereksin sen.
âlem barı uçmak bolsa cümle hûrlar karşu kilse allâh minge kûzî kılsa minge sin ok kirek sin
Âlem tamam cennet olsa, hep huriler karış gelse, Allah bana nasip kılsa, bana sen gereksin sen.
sözlesem nün tilimde sin közlesem min közümde sin könglümde hem canımda sin minge sin ok kirek sin
Söylesem ben dilimdesin, gözlesem ben gözümdesin gönlümde ham canımdasın, bana sen gereksin sen.
uçmalı kirem cevlân kılam ne hurilere nazar kılanı anı munı min ne kılam minge sin ok kirek sin
Cennete girem cevlan kılam, ne hurilere nazar kılam, onu bunu ben ne kılam, bana sen gereksin sen.
10
feda bolsun singe canım töker bolsang minim kanım min kulıng min sin sultânım minge sin ok kirek sin
Feda olsun sana canım, döker olsan benim kanım, ben kulunum sen sultanım, bana sen gereksin sen.
hâce ahmeddür minim atım tüni küni yanar otun iki cihanda ümîdim minge sin ok kirek sin
Hâce Ahmed’dir benim adım, dünü günü yanar odum, iki cihanda ümidim, bana sen gereksin sen.
LXIV Hikmet
1
on sikiz ming âlemde hayran bolğan âşıklar tapmay maşuk çerâğm sersân bolğan âşıklar
On sekiz bin âlemde hayran olan âşıklar, bulmayıp maşuk çerağın sersan olan âşıklar.
2
her dem başı örkülüp közi halka tilmürüp hû hû tiyü çörkülüp giryân bolğan âşıklar
Her an başı dört dönüp, gözü halka çevrilip, Hû hû diye kavrulup giryan olan âşıklar.
3
köyüp yanıp kül bolğan ışkıda bülbül bolğan kirnni korse kul bolğan merdân bolğan âşıklar.
Kavrulup yanıp kül olan, aşkında bülbül olan, kimi görse kul olan, merdan olan âşıklar.
4
yol üstide hâk bolğan sineleri çâk bolğan zikrin aytıp pâk bolğan nâlân bolğan âşıklar
Yol üstünde hâk olan, sineleri çâk olan – zikrini diyip pâk olan, nâlân olan âşıklar.
5
himmet kurm bağlağan yürek bağrın dâğlağan feryâd urup yığlağan giryân bolğan âşıklar
Himmet kuru bağlayan, yürek bağır dağlayan, feryad edip ağlayan, giryan olan âşıklar.
6
gâhî yüzi sarğarıp gâhî yolıda ğarîb tesbîhleri yâ habîb cevlân bolğan âşıklar
Bazen yüzü sararıp, bazen yolunda garip, teşbihleri “yâ Habib”, cevlan olan âşıklar.
7
ahmed sin hem âşık bol sıdkmg birle sâdık bol dergâhığa lâyık bol cânân bolğan âşıklar
Ahmed sen hem âşık ol, sıdkın ile sâdık ol, dergâhına lâyık ol, canan olan âşıklar.
LXV Hikmet
behişt dûzeh talaşur talaşmakda beyân bar dûzeh aytur min artuk minde firavn hâmân bar
Cennet cehennem savaşır, savaşmakta beyan var; cehennem den Ben üstün, bende Fir’avn, Hâmân var.
behişt aytur min artuk peygamberler minde bar peygamberle aldıda kevser hûr ü ğılmân bar
Cennet der ki: Ben üstün, peygamberler bende var; peygamberler önünde Kevser, huri, gılman var.
behişt aytur ne dir sin sözni bilmey aytur sin sinde firavn bar bolsa minde yûsuf kenân bar
Cennet der ki: Ne dersin, sözü bilmez söylersin; sende Fir’avn var olsa, bende Yûsuf Ken’ân var.
dûzeh aytur min artuk tersa cahûd minde bar cahûd tersâ aldıda türlüg azâb-suzân bar
Cehennem der: Ben üstün, tersa, cahud bende var; cahûd tersâ önünde türlü azap-suzan var
dûzeh aytur min artuk bahîl kullar min bar bahillerni boynıda otluğ zendr-keşân bar
Cehennem den Ben üstün, hasis kullar bende var; hasislerin boynunda ateşten zencir-keşân var.
behişt aytur min artuk mü’min kullar minde bar mü’minlerni aldıda türlüg nimet-elvân bar
Cennet der ki: Ben üstün, mü’min kullar bende var; mü’minlerin önünde türlü ni’mit -evlan var.
dûzeh aytur min artuk zâlim kullar minde bar zâlimlerge birürge zehr zakkum çendân bar
Cehennem der: Ben üstün, zâlim kullar bende var; zâlimlere vermeye zehir, zakkum çendan var.
8
behişt aytur min artuk âlim kullar minde bar âlimlerni könglide âyet hadîs kur’ân bar
Cennet der ki: Ben üstün, âlim kullar bende var; âlimlerin gönlünde âyet, hadîs, Kur’ân var.
9
dûzeh aytur min artuk münafıklar minde bar münafıklar boynıda otdın işkil-keşân bar
Cehennem der: Ben üstün, münafıklar bende var; münafıklar boynunda ateşten işkil-keşân var.
10
behişt aytur min artuk zâkir kullar minde bar zâkirlerni könglide zikr ü fıkr-i sübhân bar
Cennet der ki: Ben üstün, zâkir kullar bende var; zâkirlerin gönlünde zikr ve fikr-i Sübhan var.
11
dûzeh aytur min artuk bî-namâzlar minde bar bî-namâzlar boynıda yılan bilen çıyan bar
Cehennem den Ben üstün, namazsızlar bende var; namazsızlar boynunda yılan ile çiyan var.
12
behişt aytur min artuk dîdâr körmek bende bar; dîdârın körsetürge rahîm atlığ rahman bar
Cennet der ki: Ben üstün, didar görmek beride var; didarını görmeye Rahîm adlı Rahman var.
13
dûzeh anda tik hırdı behişt özrini aydı
kul hâce ahmed ne bildi bildürgüçi yezdân bar
Cehennem o an dik durdu, cennete özür kıldı, Kul Hâce Ahmed ne bildi, bildirici Yezdan var.
LXVII Hikmet
1
yol üstide olturup yolnı sorgen dervişler ukbâdm haber iştip yolğa kirgen dervîler
Yol üstünde oturup yolu soran dervişler; ukbadan haber duyup yola giren dervişler.
2
asaları ilgide himmet kurı bilide
izim yâdı tilide allâh digen dervişler .
Asalar elinde himmet kuru belinde, Rabb’im yâdı dilinde, Allah diyen dervişler
3
hırkaları ignide könglide yüz ming ayan bilingiz iki cihan közge ilmes dervişler
Hırkaları eğninde, gönlünde yüz bin ayan; biliniz, iki cihan göze almaz dervişler.
4
. derviş haknıng manzûrı zikri turur gülzârı haki yâdı esrarı hûb edeblığ dervişler
Dervişler Hakk’m manzuru, zikri olur gülzârı, Hakk’ın yâdı esrarı, hoş edepli dervişler.
5
yazukum köp yolatmas esbâb dârûsm tapmas közde yaşın kurutmas yaşı akğan dervişler
Günahım çok yola sokmaz, esbab dârûsun bulmaz, gözde yaşın kurutmaz yaşı akan dervişler.
sırrı birlen sözlerler, tilge hikmet tüzerler ışk birlen cân kizerler rengi sarığ dervişler
Sırrı ile söylerler, dile hikmet dizerler, âşık ile can gizlerler rengi sarı dervişler.
it nefsini öltürür kızıl yüzin soldurur hâce ahmed kul turur satıp yisün dervişler.
İt nefsini öldürür, kızıl yüzünü soldurur, Hâce Ahmed kul olur, satıp yesin dervişler.
LXVIII Hikmet
1
hak kulları dervişler hakîkatnı bilmişler hakka âşık bolğanlar hak yolığa kirmişler
Hak kulları dervişler hakikati bilmişler; Hakk’a âşık olan Hak yoluna girmişler.
2
hak yolığa kirgenler allâh tiyü yörgenler irenler izin izlep memâlikdin kiçmişler
Hak yoluna girenler, Allah deyip gidenler erenleri izleyip memâlikten geçmişler.
3
âlem fahri mustafâ andağ aydı merhaba mirâc tüni itip fahr fakr yolını almışlar
Âlem fahri Mustafa, öyle dedi merhaba, Mirâc gecesi kılıp f ahr f akr yolunu almışlar.
4
köngül birmey dünyâğa sürü kılmay harâmğa haknı söygen âşıklar helâhdm yemişler
Gönül vermez dünyaya, el uzatmaz harama, Hakk’ı seven âşıklar helâlinden yemişler.
5
dünyâ mening digenler cihan mâlın alğanlar kerges kuş dik boluban ol harâmğa batmışlar
Dünya benim diyenler, cihan malını alanlar, ö. Kerkes kuş gibi olup, o harama batmışlar.
6
molla müftî bolğanlar yalğan fetva birgenler Aknı kara kılğanlar ol tamuğğa kirmişler
Molla, müftü olanlar, yalan fetva verenler, akı kara kılanlar cehenneme girmişler.
7
kâdî imâm bolğanlar nâ-hak dava kılğanlar himâr yanglığ boluban yük astıda kalmışlar
Kadı, imam olanlar, haksız dâva kılanlar eşek gibi olarak yük altında kalmışlar.
8
rüşvet alğan hâkimler haram alıp yigenler öz barmakm tişleben korkup turup kalmışlar
Rüşvet alan hakimler, haram alıp yiyenler parmağının dişleyip korkup durup kalmışlar.
9
tatlığ tatlığ yigenler türlüg türlüg kiygenler altun taht olturgenler tof rak astm kalmışlar
Tatlı tatlı yiyenler, türlü türlü giyenler, altın tahta oturanlar toprak altında kalmışlar.
10
mü’min kullar sâdıklar sıdkı birle turğanlar dünyalığın sarf itip uçmak hûrm kuçmışlar
Mü’min kullar, sâdıklar, sıdkı ile duranlar, dünyalığın sarf edip cennet hûrun kucaklamışlar
11
kul hâce ahmed bilmiş sin hak yolığa kirmiş sin hak yolığa kirgenler hak dîdârm körmişler
Kul Hâce Ahmed bilmişsin, Hak yoluna girmişsin, Hak yoluna girenler Hak didârın görmüşler
LXIX Hikmet
eyâ dostlarım ölsem min bilmem ki hâlim ne bolur gûrge kiriben yatsam min bilmem ki hâlim ne bolur
iltip lahidge koysalar arkağa bakmay yansalar soruğ su’âlım sorsalar bilmem ki hâlim ne bolur
Ey dostlarım, ölsem ben, bilmem ki halim ne olur; Götürüp lahde koysalar, arkaya bakmadan dönseler, kabre girerek yatsam ben, bilmem ki halim ne olur. suallerimi sorsalar, bilmem ki halim ne olur.
kirşe karış atlığ yılan çulğansa tenge şol zaman kalmas bütün bir üstühân bilmem ki hâlim ne bolur
Girse Karış adlı yılan, dolansa tene o zaman, kalmaz bütün bir üstühan, bilmem ki halim ne olur
cümle yığılıp mûr u mâr etrafımda nîşler urar müşkil irür pes kâr u bâr bilmem ki hâlim ne bolur
Cümle yığılıp mûr u mâr, etrafımda nişler vurur, müşkül olur o halde kâr, bilmem ki halim ne olur.
hîç kilmedi mindin savâb anda ne birgümdür cevâb ger kılsalar yüz ming azâb bilmem ki hâlim ne bolur
Hiç gelmedi benden sevap, orda ne veririm cevap, ger kılsalar yüz bin azap, bilmem ki halim ne olur
bolsa kıyâmetni küni hâzır bolur barçaları kılğan amellering kanı bilmem ki hâlim ne bolur
Olsa kıyametin günü, hazır olur cümleleri, kıldığın ameller hani, bilmem ki halim ne olur.
ey kul ahmed sin bu kün kılğıl ibadet tün ü kün dimegil ömrümdür uzun bilmem ki hâlim ne bolur
Ey Kul Ahmed, sen bu gün, kıl sen ibadet dün ü gün, deme sen ömrümdür uzun, bilmem ki halim ne olur.
LXX Hikmet
nice yıllık mihribâmm cân aytadur dostlarım bu vücûdum şehrini fânî kıladur döslarım
Nice yıllık mihribanım can demekte, dostlarım; bu vücudum şehrini fâni kılmakta, dostlarım.
bu kafesni tûtîsi pervâz itedür uçkeli
bir karanğu şulesiz yirge baradur dostlarım
Bu kafesin tûtisi havalanmakta uçmaya;
bir karanlık şulesiz yere varmakta, dostlarım.
İşbu can bizler ile bir nice yıllar var idi Hak Taâlâ hükmü ile azm etmekte dostlanm
Bu mini azalarım canım bilen şamdan idi Cân çıkarga kül azam hem titreşedür dostlarım
Bu benim a’zâlarım canımla mutlu idi
Can çıkanda hep a’zâm titremekte dostlarım
ey mini yaranlarım himmet tutung îmânıma düşmenim îmânıma zahmet biredür dostlarım
Ey benim yaranlarım, himmet tutun imanıma; düşmanım imanıma zahmet vermekte, dostlarım
Uşbu cân bizler bilen bir nice yıllar bar idi hak taâlâ hükmi birlen azm itedür dostlarım
emr-i hakka barca halk-ı alemin boldı rızâ ol hakîkat bendeler dayim rızâdur dostlarım
Hak emrine cümle alem halkı razı oldu hakikatli bendeler dâim razıdır dostlarım
kul hâce Ahmed tûtîsi pervâz itedür uçkeli neylesün miskîn kim ol hükm-i hüdâdur dostlanm
Kul Hâce ahmed tûtisi havalanmakta uçmaya neylesin miskin ki o Hak hükmüdür,dostlarım
kul hâce Ahmed tûtîsi pervâz itedür uçkeli neylesün miskîn kim ol hükm-i hüdâdur dostlanm
Kul Hâce ahmed tûtisi havalanmakta uçmaya neylesin miskin ki o Hak hükmüdür, dostlarım