İçerik Şeması
GENEL BAKIŞ
21’nci Yüzyıl’da öne çıkan “enerji ve enerji nakil hatlarının güvenliği stratejisi” Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik önemini daha da artırmıştır. Çünkü Türkiye, doğusunda dünya petrol kaynaklarının %70’ne sahip petrol ihraç eden ülkeler ile batısında anılan petrolün %80’nini tüketen ülkeler arasında adeta bir geçiş köprüsü vazifesi görmektedir. Eğer mevzuya jeopolitik-stratejik açıdan bakarsanız o zaman günümüzde yaşanan ve dünyayı üçüncü büyük bir savaşa her geçen gün daha da iten oyunun arka planındaki en büyük hedeflerden birini de görebilirsiniz.
Zira, İpekyolu projesinin güzergâhının kendisi bile başlı başına “Dünya Adası” olarak adlandırılan “Avrupa-Asya-Afrika merkezli” son krizlerin-savaşların niçin çıkarıldığı, tüm dengelerin nasıl bir değişim sürecine girdiği ve uluslararası sistemin neden çok kutupluluğa doğru hızlı bir seyir izlediği hususunda bir fikir vermekte.
Bu noktada İpekyolu projesi Doğu-Batı arasındaki güç mücadelesinin bir diğer adı olarak karşımıza çıkarken; diğer taraftan Batı’nın kendi içerisindeki hesaplaşmasında da önemli bir adresi niteliğindedir.
Bu bağlam da bu sürecin için de olan ülkeler bunu görmekte ” YENİ DÜNYA DÜZENİ” denilen kavramın için de yer almak için kendilerine alan oluşturmak için çabalamaktadırlar, biz de bu yazımız da orta asya jeoplitiğini, çevre ülkelerin politikalarını ve bu bağlam da kendi ülkemizin politikaları ve stratejik önemini,yeni ipek yolu projesini ve orta asya ülkelerinin birbirleri ile olan ilişkilerini ele aldık.
TÜRKİYE’NİN JEOPOLİTİK KONUMU VE ORTA ASYA’YA BAKIŞ AÇISI
Türkiye, üç kıtanın (Asya, Avrupa ve Afrika) teşkil ettiği “Dünya Adası”nın menteşesi durumundadır. Aynı zamanda bu menteşeyi açan ve kapatan bir kilit ve anahtar değerindedir. Bu üç kıtanın iç denizleri olan Akdeniz ve Karadeniz’i birbirine bağlar. Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’yu birleştirir ve ayırır. Bu coğrafi konum dünyada ve bölgede oluşabilecek her türlü güç yapısına göre büyük bir değer taşır .
Bu coğrafi konum ve beşeri değerlerle oluşan ülke jeopolitik gücü dünya ve bölge güçleri ile birlikte değerlendirildiği ve yorumlandığı zaman Türkiye’nin Jeopolitik konumu belirlenmiş olur .
Balkanlar ve Kafkasya’daki gerginlik ve çatışmalar, Orta Asya’daki istikrarsızlık, Ortadoğu’daki kronik bunalım ve çatışmalar, Türk-Yunan ilişkilerindeki sorunlara iç istikrarsızlıkları ve Batının içinde tortulaşan kinini, hor görmesini ve Haçlı zihniyetiyle oluşturduğu hâlâ bitmeyen “Doğu Sorunu”nu da eklersek Türkiye’nin içeride, batıda, güneyde ve doğuda potansiyel tehlikelerle karşı karşıya olduğu gerçeği kaçınılmazdır.
Türkiye Cumhuriyeti, zor bir coğrafyada yer almaktadır ve uzun vadeli politikalar üretmesi kolay değildir.
Çünkü bu politikalar çok yönlü, çok seçenekli ve bağımsız politikalar olmayı gerektirir. Türkiye’nin politika üretiminde yakın çevresi, Avrasya’daki güç odakları ve küresel güç ve aday güçler etkin faktörlerdir.
Avrupa başta olduğu halde endüstrileşmiş diğer ülkelerin ekonomik kalkınmalarının ve endüstrilerinin bekası, tartışma götürmez bir şekilde, Kafkasya, Orta Asya ve Orta Doğu’dan gelen petrol ile doğalgaza dayanmaktadır. Alternatif enerji kaynakları bulununcaya kadar, petrol ve doğalgaz bahse konu ülkelerin endüstrilerinin kanı ve ekonomik kalkınmalarının itici gücü ve “olmazsa olmazı” olmaya devam edecektir.
21’nci Yüzyıl’da meydana gelen küreselleşmeye paralel olarak önümüzdeki çeyrek asırda söz konusu enerjiye duyulan ihtiyaç iki katına çıkacaktır. Bu bakımdan enerji arzı yönünden Hazar Havzası/Orta Asya ve Orta Doğu; enerjinin kesintisiz ve güvenli bir şekilde dünya pazarlarına akışını sağlamak açısından enerji ve enerji nakil hatları ile ulaşımın jeopolitik ve jeostratejik önemini her geçen gün biraz daha artırmaktadır. Dünya ülkelerinin enerjiye duydukları ve giderek artan ihtiyaçları; söz konusu enerjinin dünya pazarlarına kesintisiz ve güvenli bir şekilde taşınmasının sağlanmasına temel teşkil eden bir “enerji jeostratejisi ve jeopolitiği”ni ortaya çıkarmıştır.
Hiç şüphesiz meydana gelen bu kaçınılmaz oluşum, Orta Asya ve Orta Doğu petrolü ile doğalgazının dünya pazarlarına taşınmasında kilit rol oynayan Türkiye’nin sahip olduğu jeopolitik ve jeostratejik değerini artırmıştır. Dünyanın enerji kaynakları ve enerji nakil hatları stratejisinde yaşanan ve gelecekte yaşanacak gelişmeler Türkiye ile birlikte Doğu Akdeniz’in ve dolayısı ile Anadolu’nun güney sahillerinden sadece 70 km. uzakta bulunan ve bu sahilleri yakından koruyan ve tarihin her döneminde Türkiye’nin ulusal güvenliği içerisinde mütalaa edilen Kıbrıs’ın stratejik değerini artırmış ve güvenliğini ön plana çıkarmıştır.
ORTA ASYA JEOPOLİTİK DURUMU
Orta Asya’nın kaderi, 1991 yılında Sovyetlerin çökmesi ve Sovyetlere bağlı olan Orta Asya’daki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını ilan etmeleri ile değişmiştir.1991 yılından sonra, Sovyetlerin kontrolünden çıkmış olan Orta Asya, son derece savunmasız bir bölge olarak jeo-enerji ve jeo-stratejik açıdan küresel ve bölgesel güçlerin dikkatini çekmeye başlamıştır. Orta Asya, tekrar küresel ve bölgesel güçlerin ilgi odağı hâline gelmiştir. Soğuk Savaş sonrası SSCB parçalandı, bu parçalanma sonucunda Orta Asya’da dördü Türk kökenli olmak üzere beş Cumhuriyet bağımsızlığına kavuşmuştur. Bağımsızlıklarını elde ettikten sonra bölge ülkeleri ortak
tarihi ve ortak kültürlerinden ötürü birçok sahada beraber hareket etmeyi ve birlik olmayı hedeflemişlerdir.
Dil Problemi
Orta Asya’da kayda değer bir eğilim gelişti; nihai seçim yalnızca dilsel sempatiyi değil
jeopolitik tercihleri gösteren yoğun bir “ikinci dil” arayışı. Bu seçimin Rusya lehine olacağını iddia etmek
için bugün hiç kimse üstlenmeyecek. Orta seviye göstergeler rahat etmiyor: Tacikistan kültürel ve
dilbilimsel olarak Rusya’ya yöneldiyse, Kırgızistan ve Kazakistan yarı profilli, batıya bakıyorlar (özellikle,
çok dilliliğin orta öğretim sistemine ya da işleyişinin işleyişiyle ilgili deneylerle belirtiliyor) Bu
arada, Orta Asya ülkelerinde bireysel bir statüden yoksun olan Rus dili, bölgedeki varlığını korurken,
devlet dillerinin işlevsel ve yapısal yetersizliğini çeşitli hacimlerde doldurmaya devam ediyor.
Orta Asya’ya ihraç edilen kilit jeopolitik oyuncuların dilleriyle birlikte, yine “yumuşak güçlerinin” katsayısını artırmak için hiçbir çaba sarf etmeyen ve çaba harcayan Rus diline üstünlüklerini kanıtlamaları gerekir.
Buradaki herkes kendine göre çekici: ABD ve Çin güçlü ekonomik kaynaklar, Türkiye’nin Orta Asya
ülkeleriyle kültürel, dilsel ve dini yakınlığı var, Arap ülkeleri dini geleneklerini ihraç ediyor.
Rusya’nın avantajları da vardır, ancak bunlar açıktır, ancak belki de iki yüzyıl önce Rusya’yı seçen Sovyet
sonrası Orta Asya’nın halklarının ataları dışında ve bununla birlikte ortak bir alt kültür oluşturdu.
Taşıyıcıları tek bir bütün gibi hissetmek için. Rus dili, bu algılayışın tarihsel taşıyıcısı, Sovyet sonrası alan
boyunca anlaşılabilir karşılıklı çevrilebilir anlamların taşıyıcısı haline geldi. Başka hiçbir dil, hatta en
“küresel” bile, bu yönüyle yerini hiçbir zaman tutamaz. Bu, Rus dilinin en büyük avantajıdır. Ne yakın
gelecekte mali açıdan ne de teknik açıdan bakıldığında, Orta Asya eyaletlerinde Rusça olarak depolanan en
zengin kültürel ve bilimsel mirasa mutlak bir alternatif bulmak mümkün değildir
ORTA ASYA CUMHURİYETLERİNİN BİRBİRLERİ İLE İLİŞKİLERİ
8 Aralık 1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği(SSCB)’ne bağlı olan Rusya, Beyaz Rusya ve Ukrayna liderleri Beyaz Rusya’da bir araya gelerek Sovyetler Birliği’nin resmen dağıldığını ilan etmiş, bu kapsamda da Belojevski Sözleşmesi imzalanmıştır. SSCB’nin dağılması 20.yüzyılın tarihi için bir dönüm noktası olmuş, sonuç olarak da beş Orta Asya cumhuriyeti bağımsızlıklarını kazanmıştır. 2021 yılına gelindiğinde, Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlığını ilan etmesinden bu yana 30 yıl geçmiş olacaktır. Yeni sınırların oluşması ve Sovyet zamanında kurulmuş olan planlı ekonominin çökmesi sonucunda ticaret, ulaştırma ve finans ilişkileri ortadan kalkmıştır.
Çok sayıda tecrübeli Rus asıllı uzman ve bazı etnik azınlıkların temsilcileri Orta Asya cumhuriyetlerini terk etmiştir. Buna ek olarak en önemli sektörlerde; özellikle su ve enerji kaynakları alanında yapılan yatırımlar ve cumhuriyetler arası geleneksel işbirliği de kesilmiştir. Bağımsız Orta Asya cumhuriyetlerinin uluslararası pazarlara uzak olması ve denizlere doğrudan çıkışı olmaması, bu yeni devletlerin dünya ekonomisine entegrasyonunu daha da zorlaştırmıştır.Bununla beraber, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle Orta Asya Cumhuriyetlerinin kendi aralarında farklı alanlarda ihtilafa sebep olan birçok konu da ortaya çıkmıştır.
Orta Asya ve Kafkasya’da oluşan temel sorunlardan biri de etnik temelli kimlik sorunudur.
Ülkenin karışık etnik yapılara sahip olması sebebiyle etnik kimlik temaları istikrarsızlık faktörleri olarak tanımlanabilir. Orta Asya cumhuriyetlerinin her birine farklı etnik kökenden insanların yerleştirilmesi Sovyet etnik politikasının başarılarından biridir. Bu sayede, bağımsızlıklarına kavuştuklarında bölge ülkeleri çeşitli etnik gruplara ev sahipliği yapıyor olacaktı. Farklı etnik gruplar, bu ülkelerde kültürel zenginlikten ziyade ulusal kimlik oluşturmada istikrarsızlık faktörü olarak ortaya çıkmıştır. Kazakistan bağımsızlığını ilan ettiğinde ülkenin %39’u Kazaklardan, %38’i Ruslardan oluşuyordu; Kırgızlar kendi memleketinde %52’yi oluşturuyorken ülkenin %22’si Ruslardan, %13’ü Özbeklerden oluşmaktaydı. Tacikistan’ın %62’si Tacik ulusundan, %24’ü Özbeklerden ve %7’si Ruslardan; Türkmenistan Cumhuriyeti’nin %71’i Türkmenlerden, %9’u Özbeklerden, %9’u Ruslardan; Özbekistan’ın %71’i Özbeklerden, %8’i Ruslardan ve %5’i Taciklerden oluşmuştur. Görüldüğü gibi bağımsızlığına kavuşan Orta Asya cumhuriyetlerinin içerisinde kendi ülkesinde azınlık olan Kazaklar ve kendi ülkesi içinde çoğunlukta olan sadece Özbekler vardır. Her ülke kendine göre ulusal egemenliğini sağlamlaştırma politikalarını uygulamaya koymuştu
Orta Asya’nın jeopolitik konumunun hem olumlu hem de olumsuz yönleri olduğu aşikârdır. Orta Asya Cumhuriyetleri’nin coğrafi konumu ekonomik olarak çok avantajlı ticaret yollarının kesişme noktasında yer almaktadır. Zira diğer taraftan, Orta Asya ülkelerinin bölgedeki büyük ekonomik ve askeri güçlerle sınır komşuluğu bulunmaktadır. Bu bölgesel güçlerden biri Rusya, diğeri Çin’dir. Orta Asya; güneyinde Afganistan, İran ve Pakistan gibi laik cumhuriyet yönetim sistemi olmayan ve Anayasalarında din ibaresi olan ülkelerinin de bulunduğu bir bölgedir. Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlığına kavuşmasıyla daha önce fark edilmeyen bir jeostratejik problemle karşı karşıya gelinmiştir. Orta Asya’nın coğrafyasının doğal yapısı sadece kara kıtalarıyla çevrilidir. Bölge; küresel, siyasi ve ekonomik gelişmelerden biraz uzak konumdadır. Orta Asya bölgesinin açık deniz ve okyanusa erişim yolu bulunmamaktadır.
ORTA ASYA DA SU SORUNU
Orta Asya devletlerinin en önemli sorunlarından biri de su sorunudur denebilir. Özellikle Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan ülkeleri arasındaki su sorunu ileri derecede problem teşkil etmektedir. Sovyet yapısının özelliğine bir daha değinecek olursak, Sovyetler Birliği’ne üye ülkelerin hiçbiri kendi başına özerk olarak bir ürün üretememiştir. Örneğin; üretilecek ürünün ham maddesi A ülkesinden, katkı maddeleri B ülkesinden, ambalajlama aşaması da C ülkesinde gerçekleştirilerek süreçlerden geçerek ürün son halini almaktadır. Aynı süreci Orta Asya cumhuriyetlerinde oluşan su sorunlarında da görmek mümkündür. Orta Asya’da su sorunu ve su paylaşımı konusu 30 yıla yakın süredir tartışılmaktadır.
1993 yılına kadar, bölge ülkelerinin bu konudaki ihtilafları devam etmiştir. Aynı zamanda bölge devletlerinin arasında imzalanan anlaşmalar yeterince etkili olamamıştır. Sonuç olarak Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Kazakistan arasında su kaynaklarının kullanımı konusunda gergin ilişkiler hâlen devam etmektedir. Bu konu birçok uzman, akademisyen ve düşünce kuruluşu tarafından aktif olarak incelenmekte ve bu bağlamda ne yapılması gerektiği konusunda çok sayıda tavsiyede bulunulsa da; su kaynakları alanındaki durumu bölgesel boyutta iyileştirmek için gerçek bir değişiklik yoktur.
RUSYA’NIN SOĞUK SAVAŞ SONRASI ORTA ASYA POLİTİKASI
Rusya, Sovyetler Birliği dönemindeki emperyalist tutumundan farklı olarak günümüzde daha bölgesel ve diplomatik bir politika izlemeye yönelmiştir. Bu durum göze alınacak olursa, Orta Asya’nın Rusya açısından önemi azımsanmayacak kadar fazladır ve Orta Asya’nın güvenliği Rusya için büyük önem teşkil etmektedir. Rusya bu Orta Asya ve Türki Cumhuriyetleri arka bahçesi olarak değerlendirmekte ve Batılı güçlere kaptırmak istememektedir. Bölge devletlerinin enerji alanında yükselen fiyat politikalarına müdahale etmemeyi seçen Rusya, bunun yerine alternatif boru hatlarının önüne teknik engeller çıkarmakta ve bu projeleri geçersiz kılmanın yollarını aramaktadır.
Türkmenistan’ın gaz kaynaklarının büyük çoğunluğunu 25 yıl süreyle kendine bağlaması, kendine alternatif boru hatları geliştirilmesi durumunda Rusya’nın yapabileceklerinin bir göstergesidir. Başka bir açıdan değerlendirecek olursak, Amerika’nın da bu bölgedeki ekonomik çıkarları göz önüne alınarak, Rusya’nın Çin ve diğer bölge ülkeleriyle işbirliği yapması Amerika’nın bu bölgedeki etkisini azaltacak bir diğer etken olarak görülmüştür.
Buna örnek olarak Vladimir Putin döneminde
Kazakistan Devlet Başkanı Nazabayev’in Batılı ülkelerle yakınlaşmasının önüne geçmek için Rus-Kazak ilişkilerinin yakın merceğe alınması ve Rus Savunma Bakanı Sergei İvanov’un Kazakistan’la 2003 yılında Güvenlik ve İşbirliği Taslak Programı’nı imzalamasını gösterebiliriz. Rusya, Türki devletlerle ilişkilerini iyi tutarak Orta Asya’daki kurtarıcı rolünü güçlendirmiş ve bu durum ekonomik anlamdaki manevralarını da fazlalaştırmıştır.
Tüm bunlar bize emperyalizmin Rusya tarafından doğrudan değil, fakat enerji, ekonomik ve güvenlik alanlarında bölge ülkelerini kendine bağımlı hale getirmek suretiyle uygulandığını göstermektedir. Rusya’nın bölgedeki enerji dengesini kendi lehine çevirme çalışmaları Neorealist teoriye uygun olarak hegemonyal güç politikası uyguladığını bize gösteriyor. Rusya, uyguladığı yeni güvenlik stratejisi ile askeri güç kapasitesini arttırarak güç dengesini değiştirirken aynı zamanda izlediği enerji politikası ile de sektörde tekelleşerek enerji kartını stratejik bir koz olarak kullanmaya çalışmaktadır. Sonuç olarak, işbirliği konusu, günümüzde Rusya tarafından Orta Asya üzerindeki emperyalist hedeflerini gerçekleştirmek için bir araç görevi görmektedir.
ÇİN’İN ORTA ASYA POLİTİKALARI
Bir tarafta SSCB dağıldıktan sonra bağımsızlıklarını kazanan, doğal kaynaklar ve özellikle petrol ve doğalgaz bakımından zengin, Asya-Avrupa geçiş coğrafyasında stratejik konumda bulunan Orta Asya Cumhuriyetleri, diğer tarafta 90’lı yıllardan sonra gerçekleştirmiş olduğu ekonomik kalkınma hamlesiyle Dünya’nın en büyük ekonomilerinden birine dönüşen, enerji ihtiyacı ve enerji de dışa bağımlılığı giderek artan, güvenlik sorunları yaşamaya başlayan Çin Halk Cumhuriyeti.
Orta Asya ülkeleri, üzerlerindeki Rus etkisini kırmak ve uluslararası toplumla daha fazla uyum sağlamak, batılı ülkeler ve bölgedeki diğer ülkelerle ekonomik ve siyasi ilişkilerini arttırmak istemektedirler. Bu durumda Çin iyi bir alternatif olarak ortaya çıkmaktadır. Çin bölge ülkelerinin iç siyasetlerine karışmadan, kendisi için gerekli olan enerji hammaddesini ve enerji güvenliğini sağlamak için işbirliği fırsatlarını değerlendirmektedir. Bölge ülkelerinin Çin ile gerçekleştirdikleri ticaret hacmi Rusya ile geçekleştirdiklerinden daha yüksektir. Diğer taraftan Çin, Sincan-Uygur Özerk Bölgesi’nde güvenliği sağlamak için bölge ülkeleriyle ortak uluslararası organizasyonlar kurulmasını desteklemektedir. Ayrıca Avrupa pazarlarına Orta Asya üzerinden karayoluyla açılmayı da hedeflemektedir.
Söz konusu hedeflerini gerçekleştirmek isteyen Çin’in bölgede ki en önemli rakipleri Batılı ülkeler (başta ABD olmak üzere) ve Rusya’dır.
Ekonomik açıdan, Orta Asya’nın enerji dâhil zengin hammaddelerine sahip olmak ve bu bölgeyi bir pazara dönüştürmek için Çin, bölge ülkeleriyle ticarî ve ekonomik işbirliği geliştirmektedir. Orta Asya, Çin’in Batı Bölgeler Kalkınma Projesi’ni ve Avrasya stratejisi olan Asya-Avrupa Köprüsü Projesi’ni (Yeni İpek Yolu Projesi) etkileyen bir bölgedir. Bu bağlamda Çin, Şanghay İşbirliği Örgütü çerçevesinde sınır ticaret anlaşmaları ve bölgesel serbest ticaret anlaşması aracılığı ile ekonomik çıkarlar sağlamaya çalışmaktadır. Ayrıca, Doğu Türkistan’ın kalkınma ve refah düzeyini arttırmakla bu bölgeyi Orta Asya ve Güney Asya’nın çekim merkezine dönüştürmeye gayret göstermektedir. Enerji çıkarları açısından petrol ve doğalgaz arama, işletme ve boru hatları döşeme alanlarında yatırım yapmakla enerji güvenliğini sağlamaktadır.
Yani Çin, Şanghay İşbirliği Örgütü çerçevesinde dış politika, ekonomi ve askeri gibi değişik araçları kullanarak Çin-Orta Asya ilişkilerinin güçlendirilmesine ve bölgede etkin konuma gelmeye karşı bir dizi esnek politikalarını ortaya koymaktadır.
YENİ İPEK YOLU PROJESİNE BAKIŞ
Çin Devlet Başkanının 2013 yılında Kazakistan ziyareti sırasında açıkladığı “One
Belt One Road” Girişiminin bölgesel ve küresel düzeyde önemli yansımaları olmuş ve geniş
çapta tartışılmaya başlanmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri İkinci Dünya Savaşı sonrasında otuz yıl içinde iki dünya
savaşına yol açan koşulların bir daha ortaya çıkmamasını sağlamak amacıyla liberal bir
dünya düzeni oluşturdu. Bu amaçla hukukun üstünlüğüne, demokratik ilkelere saygı duyan
ülkeler uluslararası bir sistem yaratma çabası içinde oldular. Bütün bu değerlerin küresel
düzeyde uygulanması için her ülkenin katılımına açık ve gönüllülük esasına dayanan
kurumlar oluşturuldu. Bu kurumlar barışı (Birleşmiş Milletler), ekonomik kalkınmayı
(Dünya Bankası) ve ticaret ve yatırımı (Uluslararası Para Fonu) teşvik etmek için
oluşturulmuştu.
Amerika Birleşik Devletleri savaş sonrası uluslararası düzende hegemonik güç
olmasını ve sürdürmesini borçlu olduğu bu güvenlik ve ekonomik kurumları yaşatmak için
askeri ve ekonomik güç kombinasyonunu etkili bir şekilde kullandı. Bu güç aynı zamanda
bir ittifaklar ağıyla desteklendi.
Ancak günümüzde Amerikan hegemonyasını destekleyen askeri, ekonomik,
kurumsal ve ideolojik dayanaklar yükselen güçler ve özellikle de Çin tarafından
sorgulanmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası bazı Avrupa
ülkelerine yaptığı Marshall Yardımının bir benzeri 2013 yılında Çin Devlet Başkanı Xi
Jinping tarafından kamuoyuyla paylaşılmıştır. Bu duyurulan girişim birçok adla anılmasına
rağmen eski İpek Yollarının canlandırılmasına yönelik bir projedir.
Popüler kullanımıyla “Yeni İpek Yolu” projesi aslında 20 Temmuz 2011 tarihinde
ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından
Afganistan’ı Kuzey-Güney ticaretine entegre etmek amacıyla bir ticaret koridoru yaratma
niyetiyle dile getirilmiştir.
Ancak Çin siyasetine yön veren karar alıcılar İpek Yolu’nun tarihi
mülkiyetini kendilerinde gördükleri için kavramı yeniden biçimlendirerek Afganistan
ekonomisini iyileştirmek için tasarlanmış “Kuzey-Güney” ekseninden “Doğu-Batı”
eksenine kaydırmışlardır. 2014 yılında Çin Devlet Başkanının Endonezya ziyaretinde Asya,
Hint Okyanusu, Basra Körfezi ve Akdeniz boyunca uzanması beklenen “21. Yüzyıl Deniz
İpek Yolu” gündeme getirilmiştir. Bu tarihten itibaren Çin tarafından başlatılan girişimin
karayolu ve deniz yolu bileşimi yukarıda da belirtildiği gibi “Kuşak ve Yol Girişimi” olarak
kullanılır hale gelmiştir
Yeni İpek Yolu demiryolları, otoyollar, deniz yolları, petrol ve gaz boru hatları, enerji
dağıtım şebekeleri, internet ağları, iletim hatları ve iletişim ağlarından oluşacaktır. Bu
bağlantı altyapısı noktasında endüstriyel gruplar ve hizmet ağlarının geliştirilmesi de
beklenmektedir. Bunlar Pasifik’ten Hint Okyanusu’na ve Atlantik’e kadar uzanan iki önemli
küresel ekonomik birim olan Çin ve Avrupa pazarında doğrudan veya dolaylı bağlantı kuran
entegre bir ekonomik kuşak oluşturacaktır. Kıtalararası altyapı inşaatı, uzun vadede büyük
bir Avrasya pazarına dönüşecek biçimde malların, sermayenin ve emeğin serbest dolaşımını
teşvik etmek için bölgesel entegrasyonun ve serbest ticaret kuşağının gerçekleştirilebilmesi
için temel oluşturacaktır. Kıtalararası serbest ticaret birliğinin vizyonu küresel ekonomik
görünüm için şüphesiz önemli sonuçlar doğuracak ve Çin liderliğinde yeni bir siyasi ve
ekonomik düzen ortaya çıkabilecektir
KAPSAYAN ÜLKELER
- *Doğu Asya: Çin, Moğolistan
- *Güneydoğu Asya: Brunei, Kamboçya, Endonezya, Laos, Malezya, Myanmar, Filipinler, Singapur, Tayland, Timor-Leste, Vietnam
- *Orta Asya: Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan,
- *Ortadoğu ve Kuzey Afrika: Bahreyn, Mısır, İran, Irak, İsrail, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Umman, Katar, Suudi Arabistan, Filistin, Suriye, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen
- *Güney Asya: Afganistan, Bangladeş, Bhutan, Hindistan, Maldivler, Nepal, Pakistan, Sri Lanka
- *Avrupa: Arnavutluk, Ermenistan, Azerbaycan, Belarus, Bosna Hersek, Hırvatistan, Çekya, Estonya, Gürcistan, Macaristan, Letonya, Litvanya, Makedonya, Moldova, Karadağ, Polonya, Rusya, Sırbistan, Slovakya, Slovenya, Türkiye, Ukrayna
TEK KEMER TEK TEK YOL TARİHİ İPEK YOLU VE TÜRKİYE
Tarihte Asya ve Avrupa arasında temel ticaret rotası Anadolu coğrafyası üzerinden
gerçekleşmiştir. Taşınan ürünlerin içinde önemli oranda ipek bulunması bu rotaya tarihi İpek
Yolu adı verilmesine sebep olmuştur. Roma İmparatorluğu ve izleyen dönemde bu güzergâh
deve kervanlarının kullandığı temel rota olmuştur. Bu ticari yol Doğunun gizemli ürünlerini
Batı Avrupa’nın en ucundaki şehirlere taşımaktaydı. Tarihi İpek Yolu Hindistan ve Çin
üzerinden Mezopotamya, Mısır, Afrika, Yunanistan, Roma ve İngiltere’ye ulaşmıştır. İpek
Yolu ile bir ulustan diğerine ticari ilişkiler yanında kültür, dini inanç, bilim ve teknoloji gibi
insan gelişimine dair pek çok şey iletilmekteydi. Avrupa’dan Çin’e çok fazla ürün satışı
olmaması nedeni ile bu daha çok tek yönlü bir ticaret rotası idi. 18. Yüzyıldan itibaren Çin
ülke içi sorunlar ve dış ilişkileri nedeni ile uzun yıllar boyunca Avrupa ile ticaretinde aynı
seviyeyi yakalayamadı. Ayrıca uyguladığı kolektivist ekonomik model nedeni ile dış
pazarlara pek az ürün satabilecek konumdaydı.
Şu an Orta Asya’daki durum söz gümüşse sükût altındır gerçeğini oldukça geçerli
kılmaktadır.
Uzun yıllardır Çin’in sürünen bir kaplan mı yoksa gizlenmiş bir ejderha mı
olduğu küresel bir fenomendir (Siddiqui, 2015). Bu durumda Kuşak projesinin özellikle
kalkınmış ülkeler için önemli stratejik planın parçası olduğu kabul edilmek zorundadır. Kuşak
projesi güney, kuzey ve merkez kısımlarından oluşmaktadır ve Türkiye merkez koridoru
üstünde yer almaktadır. Böylelikle Çin bu koridor üzerinden Anakara ile Avrupa arasında
daha uygun ve etkin bir şekilde ulaşım sağlayarak ürünlerin, enerji kaynaklarının ve refahın
transfer edilmesini sağlayacaktır
İpekyolu güzergâhında her devlet önemli bir stratejik konuma sahip olmakla birlikte, burada Türkiye’nin yerinin istisnai olduğu açıkça görülmektedir. Türkiye, bir anlamda İpekyolu (Kuşak-Yol) Projesi’nin kalpgâhını/merkezini oluşturmaktadır.
Dikkatinizi çekmiştir; Türkiye son dönemde yoğun bir alt yapı faaliyeti içerisinde. Marmaray, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Avrasya Tüneli, Çanakkale Boğazı 1915 Köprüsü, 3. Havalimanı gibi son dönemin dikkat çeken mega yatırımlar teker teker gerçekleştiriliyor. Tüm taraflar bunun farkında.
UYGURLAR VE İPEK YOLU
Tarihin eski ticaret yollarından biri İpek Yolu’dur. Çin’den Avrupa’ya kadar kervanların yol aldığı bu yolun hâkimiyetini elinde bulunduran devletler zenginleşmişler, buna karşılık yol üzerindeki önemli noktalara kervansaraylar, hanlar yapmayı; yolun güvenliğini sağlamayı kendilerine bir görev bilmişlerdir. İpek Yolu’nun büyük bir kısmı Türkistan coğrafyasından geçtiğinden başlangıçtan 19. yüzyıla kadar da İpek Yolu’nu kontrol eden Türkler olmuştur. Türkler yol üzerindeki hâkimiyetini devam ettirmek için kendi aralarında veya farklı devletlerle sayısız mücadeleye girişmişlerdir.
Çin’inbüyük kaynağı ipeğe bağlı olduğu için de tarihin hemen hemen her devresindeuzun mücadele Çin ile Türkler arasında olmuştur. İpek Yolu’ndakiönemli ticaret merkezi ise Doğu Türkistan’dı. Bu yüzdenbüyük savaşlar Doğu Türkistan’ı ele geçirmek veya Doğu Türkistan’ı elde tutmak için yapılmıştır. Çin, tarihte ve bugün Uygur Türklerinin vatanı olan Doğu Türkistan’ı 19. yüzyılın sonunda hâkimiyeti altına almıştır.
Günümüzde ise Çin, tarihî İpek Yolu’nu canlandırarak dünya ticaretinde söz sahibi olmak istemektedir. İpek Yolu’nun kavşak noktasında bulunan Doğu Türkistan, Türklerin ana vatanı, Türk-İslam medeniyetinin yeşerdiği coğrafya olmasından dolayı bir gün ellerinden çıkabileceği endişesiyle bölgedeki Türkleri ve kültürlerini topyekûn yok etme politikası uygulamaktadır. Yaklaşık 2000 yıldan beri Türklere önemli ekonomik ve ticari kazançlar sağlayan İpek Yolu, Çin’in yeni İpek Yolu projesiyle Uygur Türklerinin bölgedeki varlığını ciddi manada tehdit etmektedir.
Kaynak:
http://www.cografya.gen.tr/siyasi/jeopolitik/yeni-kosullarla-turkiye.htm
http://www.sssjournal.com/Makaleler/1927133325_07_5-47.ID1703_Sobirzhanov_5749-5763.pdf
Leave a Comment